Yazar: Adnan Erdoğmuş
Her sabah erken merdivenlerden inerken görüyorum, apartmanın kedisi hep aynı tekir kedi, ishal olmasın diye sütü ılık suyla karıştırıp vermek gerek, sağ gözünü hafiften kısıp, sol gözünü seyirterek, komşu paspasların üzerine bırakılan gazetelerin üzerinde sabah keyfi yapıyor.
Lakin bu sıralar konu komşu herkes, gömlek değiştirir gibi gazetesini değiştiriyor. Bakıyorsun karşı komşu kapıya, dün sabah paspasın üzerinde Sabah vardı, bu sabah Akşam duruyor. Bizim Tekir her gün başka bir gazetenin üzerine yayılmakta, ilavelerin arttığı günlerde minderi kabarmakta, bir gün Hürriyet’e sırtını dayayıp, bir gün Cumhuriyet’i tırmalamakta!
Son sayfa güzeli yazarımız, cumhuriyet mitinglerine gidenleri, eskiden arabaların arka camlarına konan sallabaş süs finolarına benzettiği günden beri, eşim yemin verdirdi, biz de komşulara uyarak, Radikal bir karar alarak, yıllardır evimize giren gazetemizi bir süredir boykot edip, bir gün Milliyet’çi bir gün Vatan sever takılıp, sürekli gazete değiştiriyoruz. Hafta içleri haydi neyse ofiste internetten bakıp, hafta sonları hanımdan habersiz eski gazetemizi eve gizlice sokup, talebelikte ders kitabı içinde Tommiks -Teksas okur gibi, gazete içinde başka gazete açar okur, bu yaştan sonra kendi evimizde gizli neşriyat yayınlar olduk.
Oysa eskilerde ölsen değişmeyecek iki şeyimiz vardı: Biri berberimizse, diğeri gazetemizdi. Evlerimize sanki atalarımızdan miras kalmış gibi kuşaklar boyu aynı gazeteler girer, saçlarımız bizzat babamızın berberinde kesilirdi. Berberimiz yadigar, gazetemiz dostumuzdu. Bize sadece haber verip, tefrika yayınlayıp, fıkra anlatmakla kalmaz, manavdan alınan portakala kese kağıdı, yazlık plajlarda kafalara şapka, gariban sofralarına masa örtüsü olurdu. Orta sayfasını iki yana açtığınızda, taze ayıklanmış balıklar bir güzel una batırılır, yeşil fasulyelerin kılçıkları tek tek ayıklanır, iri kıyım patateslerin kabukları ince ince soyulurdu. Anlayacağınız bugünkü gibi iş takipçiliği yapmaz, her işe soyunurdu! Yine de çöpe atılmaz, güzelce silkelenir, bir kenara katlanır konur, o devirde oyuncak ne gezer, yeri gelir evin çocuklarına uçak olur uçar, kayık olur yüzer, evimize neşe saçardı. En nihayetinde sarardığında, mahalleden bir seyyar “Gazte Alırım Hanım”cı geçer, kapı önlerinde el terazisiyle tartılır, iyi para ederdi.
Yani, gazete dedin mi, kendince bir ağırlığı vardı. Her yazdığına inanılır, her haberine güvenilirdi. Bugün sayfa sayıları, gramajları artmış olsa da hafif kalıyorlar, yazarları da öyle, o köşeden bu köşeye rüzgar gülü gibi uçup duruyorlar. Okumaktan zevk aldığın bir yazarı, sanki transfer pazarı, oradan oraya kovalamaktan iflahın kesiliyor, tam yakaladım buldum derken, o tekrar başka bir gazeteye geçip ayrı bir telden çalıyor, sen arada yorulup, kayboluyorsun.
Artık insanlar sadece köşe yazarlarına değil, gazetede her yazılana da inancını yitirdi, arkasında binbir hinlik arıyor. Eskiden fasulye ayıklarken, şimdi bir gün kırmızı etin, bir gün beyaz etin faydasını yazıyor; reklamı veren, sayfayı kapıyor; o güne süt ineği, ertesi güne hindi reklamı çıkıyor, sen öyle kalakalıyor, ne halt yiyeceğini şaşırıyorsun.
Boşa koysak dolmuyor, doluya koysak almıyor, şöyle tam bir gönül rahatlığıyla ne okuyacak, huzur içinde kime inanıp, güveneceğiz, bilemiyoruz. Şüpheci Thomas kesildik, hiçbiri içimize tümüyle sinmiyor, boş da veremiyoruz. Halimiz, "Yeme kara kirazı kararacak ellerin, bakar bana gülersin, çıksın ah o gözlerin" olsa da, sükunet içinde telaş yapmadan, eşimle birlikte ortak hislerimize hitap ederek aramızı bozmayacak gazete arıyoruz. Aradığımızı tam bulamadıkça, hiç pes etmiyor, ertesi haftaya başka gazeteler sipariş ediyoruz. Mahallenin bakkalı bizden sıkılıp aboneliğimizi iptal edene dek, sanırım bu böyle sürüp gidecek. Sonrasına planım hazır, hiç üşenmeyeceğim, bizzat kendim her sabah vapur iskelesinin önüne gidip, dalından armut koparır gibi, mandalından iyi gazete seçeceğim.
Bu sıralar sırf gazete değiştirmekle kalmayıp, bir gazetede neler okunur, yeni yeni onu da keşfediyorum. Puslu havadan nem kapacağıma, umarsız kediden huy kaptım, hiç asabımı bozmuyorum. İlk sayfalara bakmıyor, köşe yazılarından kıyı bucak kaçıyor, boşlukta sinek avlayan kediler gibi hemen ikinci sayfalara zıplıyorum: Kimin metresi var, kimin selüliti; neresi in, neresi out; kim kime niye darıldı da, küstü; genel kültürümü artırıyorum. Vakit kaldıkça bulmaca çözüyor, kahveyi ocağa döküyor, yıldız falımı okuyorum. İşe güce giderken bahçede ardıma düşen Tekir ile halleşiyorum: “Sarılı saçlarını ellen mi tarayisun, geliyisun peşimden bela mi arayisun.”
Şöyle memleket havası soluyan, ona buna Taraf olup, Zaman’a uymayan, bugün yayına çıkıp, yarın başka bir gruba satılmayan; yazarları, çizerleri dönme dolap gibi çevrilip durmayan, bağımsız neyim bir gazete bulup bilen bir kardeşim varsa, eskiden miras kalan, bize dostluk hissi veren, itimat duyduğumuz gazetelerden arayrum, ortalık çok karışık, başım döniy, bir isim versin, bir yardımcı, bir kefil olsun, da! Yoksa durumum çok vahim, kedinin kuyruğuna basıp, hop hop oynatacağum, kapıdan kaçar kaçmaz, kapayun kulakları, paspasa sıkacağum!