Yazar: Selim İleri
Yazı masam toz içinde.
Bu, yıllardan beri böyle.
Yazı masam bana babamdan kaldı. Babam onu Hitler Almanya’sından kaçmış bir Yahudi profesörden almış.
Çocukluğumda gül ağacından kaplamaları olduğu söylenirdi. Kaplamalar eskidi, cilası soldu, yer yer kabardı. Birlikte yıllar geçirdik. Güzel ve acı günlerimiz oldu.
Yazı masamda emektar daktilom, dosyalar, kavruk kağıtlar, masa lambam, birçok kitap bir arada duruyor. Derleyip toparlayayım diyorum; ya üşengeçlik ya aldırışsızlık ağır basıyor.
Bu sabah çok erken uyandım. Yazı masam oturma odasında baş köşede. Koridordan gördüm: Şizofrenik bir düzen içindeydi. Kitapları, boş fincanı, dolu kül tablasını, bozuk paraları sanki bir başkası bırakmıştı.
Mumu yarı yarıya yanmış, akmış beyaz şamdan, çok eski bir yumurtalıktan uydurma. Onda ablama rafadan yumurta yedirilmiş. Bir de kırık dansöz heykeli var. Bir zamanlar güzel dursun diye alınmış.
Bazı günler çalsın- çalsın diye baktığım telefon yazı masamda duruyor...
Yazı masam aslında bana hayatımı anlatıyor.
Yaz geceleri olurdu, yaz masamın başına geçip daktiloda yazardım, yazdıklarımdan hoşnut, esriyip giderdim. Kış geceleri de hatırlıyorum, yine daktilo başında, yine yazarak, bir şeyler söylediğime, bir şeyleri paylaştığıma inana inana.
Dün ya da önceki gün tuhaf şeyler yazmışım:
“Bittiğini biliyorsun, geri gelmiyorsun, geri dönülemeyeceğini. Denize bakıyorsun, boyuna denize bakıyorsun. Güneş yansımış. Güneş yansımaları altın, gümüş yaldızlar serpiyor denize. Denize baktıkça iyileşeceğini, geçeceğini sanıyorsun. Oysa bittiğini biliyorsun.
Boşuna söyleniyor, boşuna hayal ediyorsun. Roman filan yok ortada, artık yazamıyorsun. Yazamadığın için de, ben hepsini yazdım, her şeyi yazdım diyorsun. Yalan olduğunu bile bile anlatıyorsun. Çevrendekilere. Çevrendekiler boş gözlerle dinliyorlar. Senin yazdıklarını çoğu okumamıştır. Belki hiçbiri sonuna kadar okumadı bir kitabını. O yüzden hepsini, her şeyi yazıp yazamadığını bilmiyorlar.
Sen biliyorsun yazamadığını.
Yazmaktan kaçındığını, korktuğunu.
Gençken daha cesurdun.
Romanlar yazdın, iyi denemeyecek romanlar. Ama olsun, her birinde hayat kuruyordun. Kendine hayat kuruyordun. İnsanlar yaşatıyordun. Eski romanlarının kişileri şimdi buradalar. Yaşlanmışlar, çökmüşler, bir batakta boğulmuşlar. Hepsi birer hiç. En başta sen. Ne yaptığını bilmiyorsun. Sönmüş gitmiş... kavrulup geçmiş bir şey var hayatında.”
Buruşturup attım.
İvecen, öfkeli söyleniyordum. Niçin yazamayacakmışım? Yazıyorum işte! Yazmaktan başka ne kaldı!..
Alçı kitap üstünde duran küçük baykuş biblosuna baktım. Bu yaz sabahı, gece çıkmak üzere kovuğuna dönememiş gibiydi.
Ne olmuştu da yazdıklarım beni avutmuyordu? Kahve için su ısıtırken aklımdan hep bu geçiyordu. Sönen... kavrulan neydi?
Yavaş yavaş apartman uyanıyor. Kapılar açılıyor, kapılar gıcırdıyor.
Az önce sokak uyandı. Ekmek getiren kamyonet geçti. Ardından, gazete dağıtan kamyonet. Taksiler geçiyor. İnsanlar sokağa çıktılar.
Karşıki yalnız madam yine toz bezini silkeliyor.
Önceleri için için alaya alırdım bu toz alışları, toz bezi silkeleyişleri.
Yazı masamı derleyip toparlamalıyım.
Bir yerlerde bir toz bezi olacak.
Her şeye yeniden başlanabilir.
Yeniden yazmaya başlıyorum.
Yazı masam tertemiz olacak.
İşte toz bezi ve iki nokta üst üste...
(Perisi Kaçmış Yazılar- İyi Şeyler Yayıncılık)