Yazar: Eray Coşan ve Nevra Çankaya
Bir gün “sigaraya hayır”!
Bir gün “İnternet’e evet”!
Bir gün “nedir bu türban meselesi”!
Bir gün “otopark sorunu”!
Yeni teknolojiler, hayat deneyimleri, kızgınlıklar, sevinçler, eleştiriler, övgüler... Hayatı her yönüyle yazan ve seven bir insan: Yurtsan Atakan.
“Yahu, Yurtsan Atakan teknoloji yazarı değil miydi?” demeyin. Çünkü değil! Daha doğrusu, çok önemli bir teknoloji yazarı ama hepsi bu değil. Hürriyet’in e-Yaşam ekinin lokomotifi olarak tanıdığımız Yurtsan Atakan’ın “ondan da olsun, bundan da olsun, burada her şeyden biraz olsun” tarzındaki keyifli yazarlığının arkasında acaba nasıl bir geçmiş var? İnternet’e girdiğiniz zaman hakkında sayfalarca yazı bulabileceğiniz bu gazetecimiz bize sürekli teknolojinin öyküsünü (ve dahi zaman zaman kendi dünya görüşünü) anlatırken, biz de onun öyküsünü merak ettik. Merak kediyi öldürmez arkadaşlar; bu tamamen yanlış bir bilgidir. (İnanmazsanız Yurtsan Atakan’a sorun!) Merakımızı gidermek için oturduk Yurtsan Bey’in karşısına ve sorgu memuru gibi sorduk da sorduk. Buyurun...
Neler olmuş neler?
Yurtsan Atakan elektroniğe ortaokul yıllarında merak salar. Böyle işlerle uğraşanlar bilir, o dönemde Karaköy’deki Selanik Pasajı bir elektronik yedek parça cennetidir adeta. Bu cennete giren Atakan da elbette yasak meyvaya dokunmadan duramaz: Bazı parçalar alır ve bu parçaları lehimleyip telsiz vericileri, radyo alıcıları yapar. Nedenini sormayın lütfen, biz de sorduk ama söylemiyor!
Bu merak üniversite döneminde de devam eder; üstelik artık bilgisayarla da tanışmıştır, yani teknoloji Trojan’ı damarlara girmiştir bir kere. Boğaziçi Üniversitesi Fizik Bölümü’nü kazanır ama asıl amacı bu bölümden Elektronik ya da Bilgisayar Mühendisliği’ne geçiş yapmaktır. Bir süre sonra hem bu geçişin zor olacağını düşünmeye başlar, hem de teknikten sıkılıp, hayatta bire bir uygulanabilecek bir meslek seçmek ister. Oysa, içten içe kendisi de bilir yaşamanın başlı başına bir meslek olduğunu. Yeniden sınava girer ve bu kez Psikoloji Bölümü’nü kazanır. “Ya şundadır ya bunda” derken sonunda Siyaset Bilimi’nde karar kılar ve diploma alana kadar da bu bölümde kalır.
Ver elini gazetecilik!
Yurtsan Atakan, üniversite hayatının son yazında (1987), Cumhuriyet Gazetesi’nin kapısına dayanır ve staj yapmak istediğini söyler. Gazetecilik virüsü de işte böyle bulaşır. Genç bir entelektüel olarak kültür-sanat servisinde çaışmayı tercih etmektedir ama ustalardan şu yanıtı alır: “Gazeteci olmak istiyorsan, işe mutfaktan başla.” Böylece istihbarat servisinde çalışmaya başlar. İlk haberi, Sultanahmet’te gözüne çarpan Gençlik Turizm ve o günlerde çok popüler olan Interrail ile ilgilidir. (Belki bu da damarlarındaki seyahat virüsünü açıklar.) Bu çok ciddiye alınması gereken bir olaydır: O günlerin gündem belirleyen gazetesi Cumhuriyet’te, Yurtsan Atakan imzasıyla ilk haberi çıkmıştır! Bunu iki ay içinde sekiz ayrı haber izler. Cumhuriyet elbette bir okuldur ve herkesten öğrenilecek çok şey vardır ama İstihbarat Servisi’nin acar çalışanı Yurtsan Atakan özellikle Celal Üstel, Okay Gönensin ve Erhan Akyıldız’dan büyük destek görür.
Bir de dergicilik var tabii!
“Boğaziçi’lilerin iş bulması daha kolay olur,” derler. Yurtsan Atakan da başka iş teklifleri alır ama durumundan memnundur. Fakat bir gün Güneş Gazetesi’nde gördüğü bir ilan ile hayatında yeni bir dönemin ilk sinyali gelir. İlanda, yeni çıkacak bir dergi için deneyimli ve İngilizce bilen eleman aranmaktadır. O dönemde, Güneş Yayınları’nın sahibi Mehmet Ali Yılmaz’dır; Ali Saydam ve Sezen Aksu da ortaklar arasındadır. Rapsodi adıyla yayımlanan dergide Atakan bir yıl boyunca zevkle çalışır; çok beğenilen araştırmalar ve röportajlar yapar.
Bu sırada pikaba “Gel Tezkere” plağı konur ve Yurtsan Atakan askere gider. Tezkere nihayet gelince, yeniden Rapsodi’ye döner. İki ay daha burada çalıştıktan sonra Adam Dergisi Yazı İşleri Müdürlüğü’ne başlar. Ayrıca Ali Saydam tarafından kurulan Bersay İletişim bünyesinde çıkarılacak olan çeşitli dergi projeleri de vardır. Fakat ABD bombaları Irak’a düşmeye başlayıp, ciddi bir ekonomik kriz çıkınca bütün projeler ertelenir.
Krizden “bilişim” çıktı!
Körfez Krizi’nin ardından Yurtsan Bey’e bilişimin kapılarını açan ilk teklif gelir. Selanik Pasajı’nda başlayan teknoloji merakının ödülünü alır ve PCWorld Genel Yayın Yönetmeni olur. O güne kadar Macintosh kullanan birisi olarak, bu dönüşümü şöyle anlatıyor: “PC’nin bir tuşuna bile basmam ve PC’nin başına oturmam derdim ama büyük konuşmamak lazımmış.” Başına oturmak istemediği o PC için çıkarılan bu dergi, Türkiye’nin en çok okunan dergisi olur ve okuyucularının %50’si paralı aboneliğe geçer.
Rüzgar bambaşka bir yönde esiyor
PCWorld’u zirveye oturttuktan sonra, üniversite hayaline geri döner Yurtsan Atakan: Bir bar açmak! 4 kişi ortak olup, Arnavutköy’de beş katlı bir konağı kiralarlar ve Egoist açılır! Gerçi biz şimdi bir çırpıda “Egoist açılır” diyoruz ama Yurtsan Bey ruhsat alabilmek için konsomatrislerle birlikte sıraya girdiğini anlatırken hâlâ gülüyor. Başlangıçta düşüncesi bu işi sadece bir yıl yapmaktır ama bir yılın sonunda bambaşka bir nedenle ayrılır: Egoist iflas eder! Bugün aynı yerde açılan Eylül adlı bara zaman zaman gider Yurtsan Atakan ama bu işe giriştiği için pişman mıdır bilinmez. (Daha doğrusu biz bu noktada pek hislendik ve soramadık.)
e-Yaşam’a doğru adım adım
Bizler e-yaşama onun yazılarıyla adım adım geçiyoruz ama kendisi e-Yaşam’a gelinceye dek neler yaşadı acaba? Egoist’in kapanmasının ardından, barın müşterilerinden biriyle birlikte yayınevi kurma çalışmalarına başlar. Bir taraftan ABD’de yayımlanan Media Week, Adv Week ve Wired gibi sektörel dergileri takip eder.
Türkiye bu, krizsiz olmaz! Nisan 1994’teki ekonomik krizde yayıncılıktan çekilir ve Sabah Grubu’nun çıkardığı Yeni Yüzyıl Gazetesi’nde Entelektüel Bakış bölümünün editörü olarak göreve başlar. Bu dönemde Wired dergisinde okuduklarını New York Times’daki haberlerle birleştirir ve görür ki İnternet diye bir “şey” var ve bu “şey” büyük bir gelişme potansiyeline sahip. Artık PC’ye geçme vaktinin gerçekten geldiğini anlar ve aynı sene Bilişim Fuarı’nda karşısına çıkan ilk PC’yi alır. Artık bir PC’si vardır da Türkiye’de İnternet Servis Sağlayıcısı yoktur. O dönemde TÜBİTAK bu hizmeti sadece öğretim görevlilerine ya da seçili öğrencilere vermektedir. Ne de olsa bilgisayar DOS ile çalışmakta, Windows’un adı bile geçmemektedir o sırada. Bir gün Akmerkez’de dolaşırken bir ürünün satın alınması karşılığında promosyon olarak İnternet bağlantısı verildiğini görür. Tahmin ettiğiniz gibi, o ürünü hemen alır!
Yurtsan Atakan şimdi geriye dönüp baktığında, hayatında en çok kitap okuduğu dönemin bu olduğunu söylüyor. İnternet’in erişim hızı 64 K’dır. Tüm Türkiye’nin çıkışı önce uyduya gitmekte, oradan dünyaya dönmektedir. Öyle bir hız düşünün ki akşam bir web adresi yazıyorsunuz, gidip kitabınızdan birkaç bölüm okuyorsunuz, sonra tekrar bilgisayarın başına geçip sayfa açılmış mı diye bakıyorsunuz! Üstelik açılan sayfada resim yok! Artık hayatı İnternet olmuştur. Sabahlara kadar İnternet’te kalır. (64 K hızla bir gecede kaç siteyi ziyaret edebildiğini sormaya korktuk)
Yeni Yüzyıl’daki köşesinde artık sürekli İnternet’ten bahsetmektedir. Zamanla, PC Magazine ve Esquire dergilerine de bu konuyu taşır. Her Türk İnternet’i bilmelidir! Aktüel dergisinin yöneticisi Ahmet Örs’ü ikna eder ve Aktüel’in tam metin halinde İnternet’ten yayınlanan ilk Türk dergisi olmasını sağlar. Ama Türkiye (en azından bir kesimi) İnternet’e hazır değildir. İnternet yazıları, Yeni Yüzyıl yönetiminin hoşuna gitmez. Bu durum zamanla öyle bir hale gelir ki, ne zaman bu konuda haber önerisi getirse, yazı işleri toplantısında alay konusu olur. O dönemde onunla Mösyö İnternet diye dalga geçenlerden biri, ne tesadüftür ki yıllar sonra bir haber sitesinin yayın yönetmeni olacaktır. (Kısacası, alma İnternet’in ahını, çıkar aheste aheste.)
Yurtsan Atakan İnternet’i yaygınlaştırmayı kafasına koymuştur. İnternet konulu haftalık bir sayfa açmayı hedefler. O dönemde Ertuğrul Özkök New York Times’daki bir bilim sayfasından etkilenerek, Yurtsan Atakan’dan da böyle bir sayfa hazırlamasını ister. Türk basınını bilgisayara geçiren sayılı isimlerden biri olan Cafer Yarkent ile birlikte çalışmaya başlarlar. Ağustos 1995’te sayfanın maketini tamamlar ve Hürriyet yönetimine sunar. Gazetenin İcra Kurulu Başkanı Tezcan Yaramancı, kendisini çağırır ve İnternet’i anlatmasını ister. Öğrendikleri Tezcan Yaramancı’nın çok hoşuna gider ve aynı yıl, Türkiye’deki İnternet kullanıcılarının sayısı henüz birkaç bin kişiyken, Hürriyet’te haftada bir İnternet sayfası hazırlanır. Daha da önemlisi, bu, dünya basınında da ilk İnternet sayfasıdır! Bunun ardından Superonline, Escort, TNN pazara girer. İnternet’e olan talep artınca, 1997’de Hürriyet ve Milliyet sadece bir hafta ara ile İnternet’ten yayınlanmaya başlar.
Yaşasın e-Yaşam!
Kısa bir süre Star Gazetesi’nde de yazan Yurtsan Atakan, yeniden Hürriyet’e döner. e-Yaşam adlı köşesi zamanla büyür büyür ve on beş günde bir yayımlanan, başlı başına bir ek haline gelir. Kim bilir, belki de bu ek gelecek yıl haftada bir çıkar? Ne de güzel olur aslında; hem teknoloji, hem hayat, tekmili birden haftada bir burada!
e-Yaşam, Hürriyet’in Cumartesi-Pazar ekinden sonra en çok okunan eki. Hürriyet’in ana gazetesini 2,2 milyon kişi okuyor; e-Yaşam’ın okur sayısı da 1,6 milyon kişi. Yani bu ek, adeta başlı başına bir gazete gibi! Yurtsan Atakan, her gazetenin böyle bir sayfasının olması gerektiğine inanıyor. Ne de olsa kendisi bir misyon adamı! İnternet diye tutturunca kendisine gülenler, belki de o dönemleri hatırlayınca artık kendilerine gülüyorlardır.
Bu koşuşturmaca içinde neler olmuş neler!
Yurtsan Atakan bu koşuşturmaca ve sorumluluklar içinde evlenip çocuk sahibi olmayı da ihmal etmemiş. 5 yıldır evli ve Tibet adında bir oğlu var. Tibet bugün teknolojinin içinde yaşıyor ama babasının çocukluğunda bilgisayarın olmadığını henüz bilmiyor. Okumayı öğrendiğinde belki de bu yazımızı okuyacak ve babasının yaşadıklarını görünce gözlerine inanamayacak.
Yurtsan Bey bu sırada kendine başka bir görev daha edinmiş: Türk Dil Kurumu’nun bilişim sektöründeki temsilciliği! Bunu yapmasaydı belki de sektör şimdikinden de fazla İngilizce sözcük kullanıyor olacaktı. Ama kendisi bu konuda biraz dertli: “Bir dönem çok daha iyiydik, daha sorumlu insanlar vardı. Şimdi bilgisayar ile yeni tanışmış olsaydık ismi ‘computer’ olurdu. Birçok yeni teknolojiyle ilk olarak biz gazeteciler tanışıyoruz ve bu teknoloji güncelliğini kaybetmeden anlatmak istiyoruz. Ama ben bunu anlatmak için Türk Dil Kurumu’nun Türkçe karşılığını bulmasını beklersem, bu teknolojinin İngilizcesi yaygınlaşacaktır. Bu yüzden yeni bir teknolojiyi anlatırken kendi bulduğum uygun bir kelimeyi kullanıyorum. Bazıları tutuyor, bazısı tutmuyor. ‘Web sitesi’ yerine ‘İnternet sitesi’ ya da ‘search engine’ yerine ‘arama motoru’ demek zorundayım. Türkçe fetişisti değilim. Bazen bir terimin İngilizcesi geliyor ve kolayca kabul ediliyor, ben buna karşı değilim ama Türkçesini kullanabiliyorsam kullanırım, yaygınlaşırsa da ne mutlu bana.”
Teknolojiden uzak zaman geçer mi?
Peki insan teknolojiyle bu kadar iç içe yaşarsa günün birinde bıkar mı? Yani, teknoloji yazarlığı, günde üç öğün İskender kebabı yemek gibi midir? İnsan en güzel şeyden bile bıkabilir mi? Yurtsan Atakan, çok sık seyahat ediyor ve bu seyahatlerin en sevdiği yanının e-posta, mesaj ve cep telefonundan uzak kalmak olduğunu belirtiyor. Ama yine de onun bahsettiği “uzak kalmak” en fazla 12 saat! Özellikle e-posta ile cep telefonu arasında ayrım yapıyor. “E-postasız yaşamak zor,” diyor çünkü e-postalar, okurları ile arasındaki önemli bir iletişim köprüsü.
“Okur” demişken, acaba onlarla arası nasıl? Yurtsan Bey, gazete ve İnternet okurunun birbirinden farklı olduğunu söylüyor. “İnternet’ten okuyanlar daha patavatsız; İnternet okuru değil, İnternet ‘bakar’ı. Çok hızlı yaşıyor, hızlı okuyor ve anlamadan, düşünmeden tepki veriyor. Çok kolay küstahlaşabiliyor. ‘Sen’ diye hitaptan küfüre kadar gidiyor.” İyi ama o zaman ne yapıyor? Ne yapacak, o sadece düzeyli olan mesajlara cevap veriyor. Ama hepsinden önemlisi, aynı fikirde olmasa bile, okuyucularının düşüncelerine her zaman saygı gösteriyor.
Sözün özü
Yurtsan Atakan, Türkiye’deki bilişim sektörü için çok önemli bir isim. Geleceği görebilen, yeniliklerin kokusunu alabilen bir gazeteci. Üstelik hayata dair de söyleyecek çok şeyi var. Sesinin her zaman böyle gür çıkmasını diliyoruz.