Yazar: Mike Robbins
Ben Franklin’in daha önce hiç duymadığım mükemmel bir sözünü okudum geçenlerde. Şöyle diyordu: “Haz, dünyada var olmaz, içimizde var olur.” Bu sözü yeni duymuş olsam da kavram yeni değildi. Ne var ki, üzerinde düşündükçe, bu bilgeliği “anlamama”, bunu uygulamak için elimden geleni yapmama ve başkalarına da bunu hatırlatmama rağmen, kabul etmek isteyeceğimden çok daha sık, kendimi çevremde ve dünyada “olup bitenlerin” bir kurbanı olarak yaşarken bulduğumu fark ettim. Özellikle de hoşuma gitmeyen, onaylamadığım, anlamadığım, deneyimlerken iyi hissetmediğim ya da keyif almadığım konuların kurbanı olarak...
Yaşam koşullarımız, hele stresli ya da yoğun (bu aralar tanıdığım ve birlikte çalıştığım çoğu insanın yaşadığı gibi) olduğunda, üzerimizde baskı oluşturur, hiç kuşkusuz. Ne var ki, olması gerekenden daha fazla, gücümüzü bu koşul ve durumlara hediye ederiz. Belli koşullarda (ekonomi, hava, sağlık, faaliyet seviyemiz, romantik ilişkimizin durumu ya da yokluğu, çocuklarımızın davranışı, ailelerimiz, kariyerimizin ya da işimizin durumu, çalışan çevremiz, vb.) belli şeyler hissetmemiz olağan bir durummuş gibi davranırız.
Yaşam deneyimimiz (minnettar, endişeli, barışçıl, sinirli, heyecanlı, üzgün, canlı, depresif, neşeli ya da başka bir his), daha çok, bizi ve içimizde olup biteni yansıtır; yoksa, çevremizde olup bitenlere bir tepki değildir. Hepimizin yaşamında görünürde her şeyin “çok iyi” gittiği ya da “mükemmel” harici başarılar yaşadığımız, ama olan biten bizi daha derin bir düzeyde tatmin etmediğinden içten içe hayal kırıklığı ya da üzüntü hissettiğimiz anlar olmuştur. Diğer taraftan, çoğumuz, bu harici duygulara “değecek” herhangi bir şeyle doğrudan bağlantısı olmayan inanılmaz keyifli, heyecanlı ve mutlu anlar geçirmişizdir.
Bu dinamiğin doğru olduğunu bilsek de, bazı sorunlardan kurtulur, bazı koşulları değiştirir, biraz başarı gösterir ya da yaşamımızdaki bazı durumları değiştirirsek mutlu, barışçıl ve rahatlamış (ya da yaşamak istediğimiz her neyse) olacağımız yönündeki hipnotik ve hatalı algıdan kurtulamayız bir türlü.
Yazar ve Eğitmen Byron Katie şöyle diyor: “Deliliğin tanımı, sahip olmadığınız birşeye ihtiyacınız olduğunu düşünmektir. Tam da şu anda ihtiyacınız olduğunu düşündüğünüz şey olmaksızın var olmanız, o şeye ihtiyacınız olmadığının kanıtıdır.”
Herhangi bir anda kendi yaşam deneyimimizi yaratmamız gerektiği gerçeğinin daha derin ve bilinçli bir şekilde farkında olarak yaşasak, ne olurdu? Yaşadıklarımızın suçunu başka insanlara ya da dış koşullara yüklemeyi bıraksaydık, yaşamımız, kariyerimiz ve ilişkilerimiz nasıl olurdu, hayal edelim. Çok fazla pozitif enerji yayar, kişisel gücümüzü geri kazanırdık.
Yaşam deneyiminize istediğiniz gibi sahip çıkma yetinizi geliştirmeniz için şunları yapabilirsiniz:
• Kurbanı oynadığınız an’ı kabul edin ve gücünüzü hediye edin. Her zaman olduğu gibi, “gerçek sizi özgür bırakacaktır”. Yaşamınızı gözden geçirin, özellikle de hemen şu anda en çok acı ve ıstırap çektiğiniz, mücadele ettiğiniz alanları düşünün. Kendinizi yargılamadan, mevcut koşullarınızın kurbanı gibi (sanki sadece “size oluyormuş” gibi) hareket ettiğiniz anlar bulabiliyor musunuz? Bu konuda ne kadar dürüst ve net olursanız, kendinizi o kadar özgür hissedersiniz.
• Temelde yatan duygularınızı kabul edin, sahiplenin ve açığa vurun. Ne zaman bir mağduriyet yaşasak, ilgilenmek, sorumluluğunu üstlenmek, deneyimlemek ya da duygusal olarak anlatmak istemediğimiz birşey mutlaka vardır. Başta bir miktar sancılı ve korkutucu olabilse de, kaçındığımız duygularla doğrudan yüzleşerek, sorunun kaynağına ineriz ve ona kökünden çözüm buluruz. İronik bir biçimde, söz konusu duyguları bir kez kabul ettiğimizde, sahiplendiğimizde ve açığa vurduğumuzda, ıstırap ve mücadele büyük ölçüde yok olur; eğer gerçek hislerimizin sorumluluğunu almayı ve bunları açığa vurmayı dürüstçe istiyorsak...
• Deneyiminizi tam anlamıyla sahiplenmek için taahhütte bulunun. Kendi yaşam deneyiminizin sorumluluğunu yüzde yüz almak istediğinizi kendinize ve yakınınızdakilere açıklayın. Bu, “o şeyin” olmayacağı anlamına gelmez; ama, yaşamınızı varsayılan şekilde değil tasarlayarak yaşamaya söz verdiğiniz anlamına gelir. Zaman zaman (ya da sık sık) unutmanız, hata yapmanız ve yeniden mağdur olmanız olasıdır. Ne var ki, kendinize ve başkalarına söz vermeniz, ayrıca dürüstlük ve nezaketle sizden hesap sormalarını istemeniz, yaşamınızı güç ve sorumlulukla yaşama kapasitenizi artırmanıza olanak sağlayacak bir ortam (içinizde ve çevrenizde) yaratabilir.
Kendinize bir miktar alan bırakın ve yukarıdaki hususta kendinize ve başkalarına bolca şefkat duyun; çoğumuz, “kurban bilinciyle” yaşamak üzere eğitildik ve teşvik edildik; işe yaramasa ve sonunda istediğimiz şeyi bize vermese de... Doğruyu söylemek, gerçek duygularımızı açıklamak ve kendi deneyimimizin tasarımcıları olarak yaşamaya söz vermek istediğimizde, yaşamlarımızı kelimenin tam anlamıyla mucizevi biçimlerde dönüştürebiliriz.