Yazar: Adnan Erdoğmuş
Aynı çanak kırığında birbiri ardına doğmuş iki sıradağdık:
Sen önümden yükselince, ben gerinsıra yer aldım. Sen güneşi topladıkça, ben gölgende kaldım. Sert fırtınaları ben kestim, serin meltemler sana esti. Sen serpilip güzelleştikçe, ben ayazlarda sarardım.
Ceylanlar seni diyar bildiler, sırtlanlar beni in. Sen kuzulara otlak oldun, yılanlar zehrini bana kustu. Göçerler sende konakladı, eşkıyalar bende. Sen yörük semailer dinlerken, kör kurşunlar beni vurdu.
Gücenmedim, koşulsuz sevdim seni, esirgedim. Şimşekleri ben üzerime çektim, yağmur bulutlarını sana saldım. Eteklerin ondan yeşil, ben böyle çelimsiz kaldım.
Sanma sarpa sardım. Geceleri nergis kokulu tenini koklayarak uykulara daldım. Sabahları çayır gülü saçlarını seher yelleriyle ben taradım. Güzelliğin beni her baştan çıkardığında, bir heyecan bir heyelan olsam da bazen, geçit vermedi heybetin, kavuşamadım sana, varlığınla avundum, yıldızlarla dertleştim:
“Bilmez ki,” dedim: “Kıraç kalsa da yüzüm, mağaralarım ışık saçar benim. Oluklarından akan şelaleler, benim gözyaşı pınarlarım.”
“Görmez ki,” dedim: “İçim dışım bir değil benim. Yamaçlarında açan kır çiçekleri, benim aşk tohumlarım.”
“Görse de bilmez,” dedi yıldızlar: “Bilse de anlamaz. Onun her bir güzelliği, senin başka bir fedakarlığın! Biz, gök tanrının şahitleriyiz. Öyle güzellikler gördük ki dünyada; ardında çekilen çileleri bir biz görür, bir biz anlarız.”
“Kelebeğin bütün ömrü, insan için bir gündür, insana asır gelen, dağlar için bir andır, her an bir ümit yaşayan dağların başı, ondan dumandır. Bir biz bilir, bir biz ağlarız!”
Yaşadıklarıma bir anlam biçse de yıldızlar, söz dinlemez gönlüm, ben dolmamış çilemi çekerim:
Zaman gelip çattığında, damarlarımdaki cevheri sen değil, madenciler keşfedince, kalabalık gelip, dinamitleyip parçaladılar beni. Kayalarımı kazıdılar, bayırlarımı oydular, istemeden toza, dumana boğdum seni. Dayanılmaz acılar çeksem de, seni düşünüp endişelendim.
Derler ki her dağın ayrı bir tanrısı varmış! Sana zarar gelmesin diye ben bütün dağların tanrılarına yalvardım. Fayda vermedi. Hafriyatımı taşımak için, bağrından yarıp seni, yol açtıkları gün, bütün tanrıları yıldızlara şikayet ettim:
“Madem görüp bilirsiniz, madem bilip anlarsınız, dağların tanrıları işe yaramazsa, sizin tanrınız ne iş yapar, ne işe yararsınız?” diye sitem etsem de, yutkunup kaldılar, sönükleştiler, bir cevap alamadım!
Gece gündüz damperli kamyonlarla taşındım. O tüccardan bu tüccara el değiştirdim durdum. Günyüzü görmeyen depolarda istiflendim. Ateş fırınlarında yandım. Asit havuzlarında çözüldüm. Kah kesildim, kah öğütüldüm. Ufalandım, küçüldüm. Sonunda bir kuyumcu erbabının eline düştüm:
Çekiciyle dövdü, tornasıyla büktü beni, küçük bir kalıba soktu. Kalıbın içinde sıkıştıkça, yarı ölü yarı baygın adını sayıkladım. Tam son nefesimi verecekken, merhamete geldi usta, mengeneyi gevşetip yüzüme üfledi, biraz serinledim. Törpüleyip cilaladı, süsleyip mücevhere çevirdi beni. Güzelleştim.
Dün sabah bol ışıklı bir vitrine kondum. Yağız bir delikanlı geldi, para ödeyip satın aldı beni, bir kalemkara götürdü, üstüme adını yazdırdı. Akşamına, güzel bir genç kızın parmağına taktı.
Sararmış bir dağ idim, bedenim eziyet çekip küçüldükçe, genişledi yüreğim, altın sarısı parladım. Aşkına meftun iken, genç bir çifte söz kestim. Onlar el ele tutuşup, dudakları birleşince, ben dahi mutlu oldum!
Tepemizden kayan kuyruklu bir yıldız, bu izdivaca tanık oldu. Mesut görünce beni, bir gülücük yolladı. O gülücük geldi, üzerimde bir parıltı oldu, kaldı!
Anladım ki bu dünyanın derdi bile yalanmış, hiçbir şey göründüğü gibi değilmiş, bir sefa bin cefa yüklüyse, bin dertten bir hayır doğarmış! Uçsuz bucaksız ovaları sana bıraktım, ben bir parmağın belinde dolanıp, gerçeği arar oldum!
Yine de hayata şükrettim!
Gracias a la vida, que me ha dado tanto,
Me ha dado la risa, me ha dado el llanto,
Así yo distingo dicha de quebranto,
Los dos materiales que forman mi canto,
Y el canto de ustedes que es mi propio canto,
(Müteşekkirim hayata, çok şey verdi o bana,
Kahkahaları da, gözyaşlarını da o gösterdi bana,
Şansın iyisini, yıkımın acısından ayırt etmeyi de,
Bak, her ikisini de birden taşıdım şarkıma,
Benim şarkım, sizin şarkınız olsun diye.)
“Gracias A La Vida”, Violeta Parra