mürekkebi üstünde
Arkasından epey hayır duası almış bir fani vadesi dolduğunda sırat köprüsünden geçerken melekler tarafından karşılanmış. Hesap günü gelip çatmış. Kendinden emin tavırda hayattayken ilke edindiği erdemleri bir bir sıralamaya başlamış.
FANİ: Hayatım boyunca kimseye kötü gözle bakmadım ben; haksızlığa uğrasam da, sesimi çıkartmadım, karşınıza öyle geldim.
MELEKLER: Gözünü yeterince açmamışsın. Kul hakkını aramayan, Hakka varamaz. Sen musibetlere kucak açmış, haksızlıklara yol vermişsin!
FANİ: Kötülüklerden her zaman uzak durmaya çabaladım, kendimi işe güce verdim. Çok çalıştım, çok kazandım, gece gündüz didindim durdum.
MELEKLER: Alışmış, kudurmuştan beterdir. Bunca işi gücü bir anda bırakıp, cennette nasıl yan gelip yatacaksın. Huzur bulamazsın sen, iflah olmazsın, orada da kalkar, bize fazla mesai yaptırır, başımıza iş açarsın!
FANİ: Sırf kendime çalışıp, tek kendime yontmadım ki; etrafımdaki muhtaçların da yardımına koştum.
MELEKLER: Sevabın, cevap değil; sen yardıma koştukça, onlar arkandan el avuç açıp yürüdüler. Azınız zengin oldukça, çoğunuz fakir kaldı. Çoğunluk sessiz kaldıkça, birazınız keyfini sürdü. Ağızlarına bir lokma ekmek kondukça, dillerini yutup sustular, iyi mi yaptın!
FANİ: Bir işe yararım sandım, fena mı ettim; herkesi hoş tutmaya çalıştım, hayatım boyunca bir karınca bile incitmedim.
MELEKLER: Karınca incitmedim dersiniz, bir sinek dahi öldürmezsiniz, sonra sütten kesilmemiş kuzuları keser, yersiniz!
FANİ: Kurdu düşman, kuzuyu nimet bildim de yedim, kötü halt mı yedim; ben insanlara merhamet ettim, acılarını paylaştım.
MELEKLER: Sen aslında benzer acıları kendin yaşamaktan korktun, her gördüğün tahtaya üç kez onun için vurdun; biz acılara göğüs gerenleri, başkalarının sevinçlerini paylaşanları severiz!
FANİ: Onu da yaptım, zor günlerimde hiç isyan etmedim, hep içime attım. Kadere hükmedilmez, alın yazıma rıza gösterdim. Sevdiğimi köylüm aldı, düğününde halay çektim, daha ne yapaydım!
MELEKLER: Kendine kızmaz insan, talihine yanar; çare aramaz insan, mazeret bulur; biliriz. İyi niyetli yaşamışsın, fakat yine de hayatı tam kavrayamamışsın. Sınıfı geçemedinse de ikmale kaldın. Sana bir şans daha vermek istiyoruz, seç bakalım: Hidayete ermek için dünyaya yeniden çiçek mi, yoksa arı olarak mı dönmek istersin?
Düşünmüş, taşınmış fani; gözlerini kısıp, kafasını kaşımış: “Bütün ömrümce dini bütün, ahlaklı yaşamaya çalıştım, cennetlik olayım derken bak şu hayat dersine, cennetin kapısından çevrilip, bütünlemeye kaldım. Şimdi doğru karar vermeliyim, bari ikmalde kemale erip, sınıfı geçmeliyim: Arı çalışkanlığı ile göze batsa da biraz bencildir; bir günde bir bahçe çiçeğin özünü emer tüketir de, bitirimdir ruhu, yine de sürekli vızlar durur, bal çanağına bir çomak bile sokturmaz; halbuki çiçek hayatın gülen yüzüdür, hisli ve narindir, ince düşüncelerin hassas eşidir; dünyaya renk katar, koku verir; makbul olup arananı çiçek olsa gerek, iyisi mi ben şu ikmal hayatımda büsbütün kendimi aşayım, çiçek açayım” demiş.
Anında bir rüzgar esmiş, son deminde çok işe yaramayan eski erdemlerini ardında bırakıp köprüden uçarak, bir bayırın ortasına düşüp açıvermiş. Güneşe yüz tuttukça, boy verip serpilmiş. Kurak günlerde sebat edip, yağmur yağanda sevinmiş. Sade ve hoş bir hayat yaşamış. Tam kıvama geldiğinde bir sabah vakti bir çift el tarafından çekilip koparılmış, diğer kır çiçekleri ile birlikte küçük bir buket olup, yatağında uyumakta olan güzel bir kadının saçlarının arasına kondurulmuş. Sonrasında cam bir vazoya yerleştirilmiş. Vazonun suyu çekilince kurumuş, bir aşk romanının iki sahifesi arasına gömülmüş. İki sahife, birbirine kavuşamayan iki sıra dağ gibi üzerine kapanırken altın sarısı bir ışık parıltısı içini aydınlatmış. Önceki seferinde eksik kalan ruhunu, bu kez tamamen teslim etmek ümidiyle sırat köprüsüne geri dönmüş. Bütünleme sınavı başlamış:
FANİ: Mutlu geçti bu ömrüm, güzelliklerle dolu fakat kısa sürdü. Ne etliye ne sütlüye dokundum, bedenim yağmur sularıyla duruldu. İşi gücü unuttum, havadar yerde açtım, dünyayı seyre koyuldum. Acılardan ırak yaşayıp, ardımda güzel izlenimler bıraktım. Sürekli okşanıp koklandım. Başkalarının sevinçlerine katılıp, insanları birbirine kavuşturdum. Aradıklarınız gerçekleşti işte. Kabul ediyorum, geçen geldiğimde eksik idim, şimdi bütün hissediyorum, varın açın şu cennetin kapısını!
MELEKLER: Dertten, tasadan uzak çiçek açtın; korkuya, ihtirasa yabancı büyüdün, sana bu dünyada cenneti yaşattık, sen yine de farkına varamadın! Zoraki kuyu mu bu, neden gökyüzü var, biz Işık Kapısı’ndan içeri soktuk seni, kaç kez ayna tuttuk yüzüne, hâlâ kolayı zor kılar, ömrünü boşa harcar, gelir bu köprünün üzerinde ebedi cenneti arar durursun! Dünyanın kıymetini mi bildin, körebe oyunu mu sandın, bir kerede hayatı idrak edeninize rastlayamadık daha, hep böyle birkaç farklı ömür, birkaç farklı beden lazım size! Bir de sorar durursunuz birbirinize: “Envai çeşit çiçek, bunca börtü böcek, birbirine benzemeyen bunca insan, bu kadar çok canlıyı niye yaratmış ki Allah?” Alın birinizi, vurun ötekinize! Size hangi şekli şemali versek, durup akıl sır erdireceğinize, sırra kadem basarsınız! Allah’ın hakkı üçtür! Bak, son bir vücut veriyoruz sana, son bir şans, son bir imtihan. Bu kez büyük bir kök salıp dikeceğiz seni yüksekçe bir dağın tepesine, gönlün iyice yeşersin diye gövdeni geniş tutacağız. Boylu poslu büyüyeceksin, bulutlara yakın. Dileriz Tanrı’dan:
Ağaç olduğun gün anlayacaksın!
Körebe
Yazar: Adnan Erdoğmuş
“Hakikatte bir şafak diye baktığın şey bir yangındır.”
“Huzur”, Ahmet Hamdi Tanpınar
Arkasından epey hayır duası almış bir fani vadesi dolduğunda sırat köprüsünden geçerken melekler tarafından karşılanmış. Hesap günü gelip çatmış. Kendinden emin tavırda hayattayken ilke edindiği erdemleri bir bir sıralamaya başlamış.
FANİ: Hayatım boyunca kimseye kötü gözle bakmadım ben; haksızlığa uğrasam da, sesimi çıkartmadım, karşınıza öyle geldim.
MELEKLER: Gözünü yeterince açmamışsın. Kul hakkını aramayan, Hakka varamaz. Sen musibetlere kucak açmış, haksızlıklara yol vermişsin!
FANİ: Kötülüklerden her zaman uzak durmaya çabaladım, kendimi işe güce verdim. Çok çalıştım, çok kazandım, gece gündüz didindim durdum.
MELEKLER: Alışmış, kudurmuştan beterdir. Bunca işi gücü bir anda bırakıp, cennette nasıl yan gelip yatacaksın. Huzur bulamazsın sen, iflah olmazsın, orada da kalkar, bize fazla mesai yaptırır, başımıza iş açarsın!
FANİ: Sırf kendime çalışıp, tek kendime yontmadım ki; etrafımdaki muhtaçların da yardımına koştum.
MELEKLER: Sevabın, cevap değil; sen yardıma koştukça, onlar arkandan el avuç açıp yürüdüler. Azınız zengin oldukça, çoğunuz fakir kaldı. Çoğunluk sessiz kaldıkça, birazınız keyfini sürdü. Ağızlarına bir lokma ekmek kondukça, dillerini yutup sustular, iyi mi yaptın!
FANİ: Bir işe yararım sandım, fena mı ettim; herkesi hoş tutmaya çalıştım, hayatım boyunca bir karınca bile incitmedim.
MELEKLER: Karınca incitmedim dersiniz, bir sinek dahi öldürmezsiniz, sonra sütten kesilmemiş kuzuları keser, yersiniz!
FANİ: Kurdu düşman, kuzuyu nimet bildim de yedim, kötü halt mı yedim; ben insanlara merhamet ettim, acılarını paylaştım.
MELEKLER: Sen aslında benzer acıları kendin yaşamaktan korktun, her gördüğün tahtaya üç kez onun için vurdun; biz acılara göğüs gerenleri, başkalarının sevinçlerini paylaşanları severiz!
FANİ: Onu da yaptım, zor günlerimde hiç isyan etmedim, hep içime attım. Kadere hükmedilmez, alın yazıma rıza gösterdim. Sevdiğimi köylüm aldı, düğününde halay çektim, daha ne yapaydım!
MELEKLER: Kendine kızmaz insan, talihine yanar; çare aramaz insan, mazeret bulur; biliriz. İyi niyetli yaşamışsın, fakat yine de hayatı tam kavrayamamışsın. Sınıfı geçemedinse de ikmale kaldın. Sana bir şans daha vermek istiyoruz, seç bakalım: Hidayete ermek için dünyaya yeniden çiçek mi, yoksa arı olarak mı dönmek istersin?
Düşünmüş, taşınmış fani; gözlerini kısıp, kafasını kaşımış: “Bütün ömrümce dini bütün, ahlaklı yaşamaya çalıştım, cennetlik olayım derken bak şu hayat dersine, cennetin kapısından çevrilip, bütünlemeye kaldım. Şimdi doğru karar vermeliyim, bari ikmalde kemale erip, sınıfı geçmeliyim: Arı çalışkanlığı ile göze batsa da biraz bencildir; bir günde bir bahçe çiçeğin özünü emer tüketir de, bitirimdir ruhu, yine de sürekli vızlar durur, bal çanağına bir çomak bile sokturmaz; halbuki çiçek hayatın gülen yüzüdür, hisli ve narindir, ince düşüncelerin hassas eşidir; dünyaya renk katar, koku verir; makbul olup arananı çiçek olsa gerek, iyisi mi ben şu ikmal hayatımda büsbütün kendimi aşayım, çiçek açayım” demiş.
Anında bir rüzgar esmiş, son deminde çok işe yaramayan eski erdemlerini ardında bırakıp köprüden uçarak, bir bayırın ortasına düşüp açıvermiş. Güneşe yüz tuttukça, boy verip serpilmiş. Kurak günlerde sebat edip, yağmur yağanda sevinmiş. Sade ve hoş bir hayat yaşamış. Tam kıvama geldiğinde bir sabah vakti bir çift el tarafından çekilip koparılmış, diğer kır çiçekleri ile birlikte küçük bir buket olup, yatağında uyumakta olan güzel bir kadının saçlarının arasına kondurulmuş. Sonrasında cam bir vazoya yerleştirilmiş. Vazonun suyu çekilince kurumuş, bir aşk romanının iki sahifesi arasına gömülmüş. İki sahife, birbirine kavuşamayan iki sıra dağ gibi üzerine kapanırken altın sarısı bir ışık parıltısı içini aydınlatmış. Önceki seferinde eksik kalan ruhunu, bu kez tamamen teslim etmek ümidiyle sırat köprüsüne geri dönmüş. Bütünleme sınavı başlamış:
FANİ: Mutlu geçti bu ömrüm, güzelliklerle dolu fakat kısa sürdü. Ne etliye ne sütlüye dokundum, bedenim yağmur sularıyla duruldu. İşi gücü unuttum, havadar yerde açtım, dünyayı seyre koyuldum. Acılardan ırak yaşayıp, ardımda güzel izlenimler bıraktım. Sürekli okşanıp koklandım. Başkalarının sevinçlerine katılıp, insanları birbirine kavuşturdum. Aradıklarınız gerçekleşti işte. Kabul ediyorum, geçen geldiğimde eksik idim, şimdi bütün hissediyorum, varın açın şu cennetin kapısını!
MELEKLER: Dertten, tasadan uzak çiçek açtın; korkuya, ihtirasa yabancı büyüdün, sana bu dünyada cenneti yaşattık, sen yine de farkına varamadın! Zoraki kuyu mu bu, neden gökyüzü var, biz Işık Kapısı’ndan içeri soktuk seni, kaç kez ayna tuttuk yüzüne, hâlâ kolayı zor kılar, ömrünü boşa harcar, gelir bu köprünün üzerinde ebedi cenneti arar durursun! Dünyanın kıymetini mi bildin, körebe oyunu mu sandın, bir kerede hayatı idrak edeninize rastlayamadık daha, hep böyle birkaç farklı ömür, birkaç farklı beden lazım size! Bir de sorar durursunuz birbirinize: “Envai çeşit çiçek, bunca börtü böcek, birbirine benzemeyen bunca insan, bu kadar çok canlıyı niye yaratmış ki Allah?” Alın birinizi, vurun ötekinize! Size hangi şekli şemali versek, durup akıl sır erdireceğinize, sırra kadem basarsınız! Allah’ın hakkı üçtür! Bak, son bir vücut veriyoruz sana, son bir şans, son bir imtihan. Bu kez büyük bir kök salıp dikeceğiz seni yüksekçe bir dağın tepesine, gönlün iyice yeşersin diye gövdeni geniş tutacağız. Boylu poslu büyüyeceksin, bulutlara yakın. Dileriz Tanrı’dan:
Ağaç olduğun gün anlayacaksın!