Yazar: Adnan Erdoğmuş
Sabaha karşı: Köprünün altından ne sular akarken, hayatın akıntılarına kürek çeken bir kamyonet duruyor üstünde. Sol şeritte, işaret vermeden. Yol boş, hızlı giderken, zor bela duruyorum gerisinde. Yaşlı bir şoför inip, kamyonetin arka kasasını açıyor. İki bacağı kopuk engelli bir genç adamı koltuk altlarından tutarak bariyerlerin yanına bırakıyor, şaşırıyorum. Dönüp direksiyonun başına yeniden çalıştırıyor kamyoneti, biraz ileride tekrar duruyor, bir daha açıyor arka kasanın kapaklarını, bu kez kucağında bir bebekle bir kadın iniyor, onlar da bariyerlerin yanına yerleşiyor. Başka bir otomobil son anda fark ediyor olanları, ani bir fren yapıyor önce, sonra yan camını açıp bir küfür sallıyor kamyonet şoförüne, patinaj çekerek uzaklaşıyor, sinirli, ne kadar ilginç, o kadar muhtaç bu şehir!
Belki hayır işi yapıyor kamyonetin şoförü, belki bir dilenci şebekesinin elemanı? Hiç tınmıyor, duymuyor küfrü! Biraz sonra sıkışacak trafiği düzenlemek için dubalarla şeritleri ayıran karayolu çalışanlarıyla selamlaşıyor. Trafik henüz tıkanmamış, seri akıyor. Boş trafikte dahi emniyet şeridini kullananlar var, kendilerini öyle güvende hissediyorlar, öyle ayrıcalıklı, portatif sirenler takıyorlar trafik sıkıştığında kırmızı alarmlı, Sirkeci’de satılıyormuş, ucuza; resmi merciler değil, siviller alıyormuş daha çok: Sivilceler! Mesailer erken başlar bu şehirde, geç biter, vardiyalar geceyarıları değişir! Ne kadar hızlı, o kadar yorgun bu şehir!
İşten eve dönerken daha da hareketlenir köprü. Hızlı veya yavaş aksın hiç fark etmiyor, araçlar birbirini duran trafikte bile solluyor, her bir kaporta arasında bir işportacı var, tam çarpacak derken tırsıp kaçıyor, akşam panayırı açılmış, rastgele: Acıkana simit, sıkılana oyuncak, arabanın camına bir piyango bileti konacak az ötede, ellerinde mezat artığı çiçeklerle koşturacak çingene çocukları ardından; güller solgun, sen bitap: Pilin bitmiş olsa da mesaide, şarj aletleri satılıyor her on metrede; kasketli, güneş gözlüğü takmış gizemli bir kadın bir kartvizit bırakacak sileceğe, üzerinde masaj evi yazılı; mesaj açık, hava kapalı: Ne kadar renkli, o kadar kasvetli bu şehir!
Anadolu’nun ücra köşeleri E5’ten başlıyor: Sırça köşklerin yerinde gök kafesler, dere kenarlarında varoşlar var, Hillside City Club’ın hemen arkasında gecekondular! Oralardan gelip akıyorlar köprü yoluna; boşamış toplum salmış kaderlerine, asfaltta can pazarı, akşam nafakası ödenmekte:
Doğu’nun makus talihi, İstanbul’da şansını deniyor! Köprü üzerinde buluşuyor hemşehriler: Kalbur üstü oturuyor, direksiyon başında; kalbur altı tamponların arasında. Altüst olmuş kent, altüst olmuş insanlar; birbirini yok sayıp, birbirine kızmakta! Arada bir köprü kurulmakta; ne kadar yakın, o kadar uzak bu şehir!
Kabına sığmazdı eskiden, şimdi içine sığılmıyor; artık duygular değil, suçlar yoğunlaşıyor; değerler değil, reytingler yükselişte; sermaye tavana yayıldıkça, uçurum açılmakta: Tepeler talan oldu, çukur derinleşti, hepimizi birden içine almakta: Değnekçiler kaldırımda, gaspçılar köşede bekliyor, hâlâ bazı gençler yaşlılara otobüslerde yer veriyor; ne kadar masum, o kadar suçlu bu şehir!
Sabah güneşi vurmuyor, artık karanlıkta güzel bu şehir!