SOLOLARIN SONSUZLUĞU
Karaoke kapitalizm çağında bireysel seslerin seçenekleri sonsuz. Ama bunun bir bedeli de var. Bu bedeli ister nakit isterseniz kabiliyet olarak ödeyebilirsiniz. Karaoke kulübünün yer aldığı bölgelerde, şirketler ve insanlar mutlak bir seçimle karşı karşıya kalır: ya başkalarını kopyalamak ya da kendi geleceğini kendi yaratmak. Karşılaştırmalar ve şimdiye dek yapılmış en iyi uygulamalar dedikleriniz ise sizi sadece ortalama olana götürür. Taklit değil tarih yapın.
Seçeneklerin Müziği
Kardeşlerim:
Sessiz kalma hakkına sahipsiniz. İsterseniz sorulara cevap vermeyebilirsiniz.
Bunu anladınız mı?
Söyleyeceğiniz ya da söylemeyeceğiniz her şey, yaptığınız ya da yapmadığınız her şey ticaret yasaları uyarınca aleyhinize kullanılabilir.
Bunu anladınız mı?
Konuşmadan ya da harekete geçmeden önce uygun gördüğünüz birine danışma hakkına sahipsiniz. Danışman sağlamaya gücünüz yetmiyorsa, tek başınıza siz tüm suçlamalara cevap vermek zorundasınız.
Bunu anladınız mı?
Size açıkladığımız haklarınızı öğrenip anladığınıza göre, hala her zamanki gibi iş yapmayı sürdürmeyi düşünüyor musunuz yoksa soruları ve cevapları yeniden gözden geçirmek mi istersiniz?
Zaman değişiyor. Haklarımız iyi ya da kötü yönde kullanılabiliyor ya da suistimal edilebiliyor. Hepimiz kendi başımıza olabiliriz ama yalnız olmadığımız da kesin. Tam şu dakikada Hintli bir BT girişimcisi Silikon Vadisi’ndeki epey karlı bir konaklamadan sonra valizini toplayıp eve dönmeye hazırlanıyor; bir İspanyol kadın kocasına çocuk istemediğini söylüyor; bir grafiti sanatçısı St. Petersburg’un göbeğindeki 19. yy.dan kalma bir binanın üzerine sprey boyayla hip hop ve rap ifadeleri yazıyor; Britanyalı bir genç, bir sandviç ve bira için ekstra 300 pound vermeyi istemediği için EasyJet havayollarından 10 poundluk bilet alıyor; Norveçli yaşlı bir çift Tayland’da yazlık ev satın alıyor.
Dünyanın çeşitli yerlerinde birçok insan kendilerini ifade etme haklarını kullanmaya başlıyor.
Durun ve dinleyin bu envai çeşit sesleri. Kilise şarkılarının o barok berraklığı artık küme düştü. Koroları falan unutun. Devletlerin pirinç enstrümanlı orkestralarıyla yaptığı haşmetli geçitlerinin sesi boğuldu. Sadakat konusundaki o pek mahir şirket şarkıları sustu. Sahne insanlara ve piyasalara devredildi.
Şimdi solist biziz.
Benim. Sizsiniz. Aslında hiç ama hiç bu kadar siz olmamıştınız. O da, öteki de. Bizler değil, her biriniz. Günümüz müziğindeki ana tema bireyselliğin o muhteşem eklektik sesidir. Öyle bir çağdayız ki İncil’deki Madonna’dan Beatles’taki Madonna’ya, oradan da bildiğimiz o bukalemun Madonna’ya geçiyoruz; bizlerden ben’e. Kendini ifade et. Kendini dışa vur!
Bu yeni nakarat hepimizi akla hayale gelmeyen yönlere sürüklüyor—Bueno Vista Sosyal Kulübü aracılığıyla Bollywood üzerinden Britney Spears’a varıyoruz. Her şey bizim kadar bireysel. DNA gibi eşi benzeri olmayan bir şey bu. Parmak izlerini bırakan erkekler ve kadınlar oluyoruz.
İster Harry Potter’ın yaratıcısı J.K. Rowling olsun, ister golfçü Annika Sörenstam, Nelson Mandela, süper mimarlar Frank Gehry ve Toyo Ito, hatta sevgili dostumuz Bill Gates olsun şu anda dünyamızı bireyler şekillendiriyor; durmuyor, yeniden şekillendiriyorlar. Komünizmin çökmesinin, noktakomünizmin çökme ve yükselmelerinin ve zaman zaman oldukça şiddetli kapitalizm sorgulamalarının ardından, dünyada kalan en egemen izm/–cilik bireyselciliktir.
Bireyselcilik sınır tanımıyor. Hatta ölüm de buna dahil. Biz bunları yazarken Frank Sinatra sürpriz bir dönüş yapmaya hazırlanıyor. Yakışıklı ölümünün ardından tekrar yola koyuldu ve New York’taki Radio City Music Hall’da on adet gösteriye hazırlanıyor. Bu mavi gözlü şarkıcının görüntüsü dev ekranlara yansıtılırken 40 kişilik canlı orkestra da ona eşlik edecek. Herkes New York’taki bu gösterilerin uluslararası bir turneyle dünyanın her yerinde izleyicilerle buluşmasını bekliyor. Geçenlerde İngiliz basınında çıkan haber durumu gayet güzel özetliyor: “Ölmüş olmak turneye çıkmamak için geçerli bir mazeret değil.” Görülüyor ki Frankie dostumuz kesinlikle ve de yüzde 100 haklı. O halde hepimiz, her şeyi kendi tarzımızda yapabiliriz.
Bu yeni zamanların ne menem bir şey olduğunu yakın zamanlarda kendi içimizde de yaşadık. Bir gece kulübüne gitmiştik. Kulüp tam da kafamızdaki klişe gece kulüplerinin sahip olduğu özellikleri taşıyordu: kirli, donuk bir karanlık, tarzı belli olmayan bir dekorasyon, döşemeleri zonklatan bir müzik ve pahalı içkiler.
Dans ettik. Yanımızda bir de hanım dostumuz vardı. Bir süre sonra bizim ritmik hareketlerimizin bu arkadaşımızınkilere hiç de uymadığını gördük. Bizimki olsa olsa Cumartesi Gecesi Ateşi’ndeki John Travolta’nın hareketlerini andırıyordu; hani eklektik değil de epilektik deseniz yeridir. Fakat o, bambaşka bir müzik ölçüsüne uyarak ama son derece mutlu ve coşku içinde dans ediyordu. Bu çok açıktı.
Sonra anladık ki, arkadaşımız gece kulübünde çalan müzikle değil, kendi MP3 çalarındaki sonuna kadar açtığı en sevdiği parçaların müziğini dinliyor, onlarla dans ediyordu.
Çeviri: Aysun Babacan