Yazar: Abdürrahim Sönmez
Ekim ayı içinde İstanbul’un her tarafı direklere asılı pankart ve billboard’larla dolduruldu. Bir alışveriş merkezinin tanıtımı yapılıyordu. Olabilir. Bir yatırım yapmışsınızdır ve doğal olarak, bu yatırımın tanıtımını yapmak istersiniz. Hele, belediye ile yakın ilişkileriniz varsa, İstanbul’un bütün elektrik direklerine pankartınızı asabilirsiniz. Zaten, belediye ile yakın ilişkilerinizin olmaması mümkün değildir. Çünkü, üzerine devasa alışveriş merkezinizi kurduğunuz alan, bir zamanlar belediyeye ait otobüs garajı idi. Şehrin göbeğinde son derece geniş bir alana yayılmış bu garajın yeri çok kıymetliydi; çünkü şehir merkezinde böylesine geniş alan kalmamıştı. Bu yüzden, birçok sivil toplum kuruluşu, bu arazinin halkın dinlenebileceği ve gezebileceği bir yeşil alan, küçük bir orman haline getirilmesini talep etti. İşin uzmanları, şehrini seven şehirbilimciler, böylesi bir alanın şehrin nefes alabileceği bir yer olarak değerlendirilmesi yönünde görüş beyan ettiler. Ve tabii ki bunu kimseye dinletemediler. Çünkü ülkemizde, politikacılar tarafından halkın istekleri sadece seçim dönemlerinde önemsenir. Ve halkımızın unutmaya meyilli olduğu varsayılır. Bu yüzden, önce bu alan kültür merkezi yapılacakmış dedikodusu yayıldı; arazi uzun bir süre boş kaldı. Ardından, bir de baktık ki birileri oralara derin çukurlar kazmaya başladı; kapısına da Cevahir İnşaat tabelası asıldı. Haydi geçmiş olsun. Şehir için önemli bir fırsat daha kaçmış oldu. Gerçekten halkın faydasına kullanılabilecek bir alan, sermayenin hizmetine sunuldu. Bu, artık ülkemizde önümüzdeki dönem sık sık karşılaşacağımız bir tablo. 1954’ten 2004 yılına kadar, ülkemize 23 milyar dolar yabancı sermaye çekilmiş. 2005’te ise özelleştirmelerle 12-13 milyar dolarlık bağlantı gerçekleştirilmiş ve hükümet bununla övünüyor. Böyle birşey nasıl olabilir? Ülkenin yıllar boyunca dişinden tırnağından artırarak yarattığı değerleri, sen bir anda hovarda mirasyedi gibi satılığa çıkarıyorsun ve buradan elde ettiğin kazançla (!) övünüyorsun.
Şişli trafiği günün her saatinde yoğundur. Yıllardır bu yoğunluğa çare bulunamamıştı. Metro hattı geçmesine rağmen yine de trafiğin tıkanması engellenemedi. Durum böyle iken, Şişli’nin göbeğine kondurulmuş bu ucube alışveriş merkezi (Bu, tamamen benim kişisel görüşüm. Benim estetik zevkime göre, bu yapı tam bir zevksizlik örneği.), trafiği çok daha vahim hale getirdi. Özellikle akşam saatlerinde ve hafta sonu her saatte trafik sıkışıklığı Harbiye’ye kadar uzanıyor.
Böylesine problemler taşıyan bir alışveriş merkezinin tanıtım çalışmasında kullanılan “İstanbul’a en yakışan yer” sloganını görünce kendime küfrediliyormuş gibi hissettim. Madem burayı yaptınız, bari birazcık İstanbul’un değerlerine saygılı olun. Hiç olmazsa, reklamınızı yaparken bu şehre böylesi hakaret etmeyin. İstanbul’a neyin yakıştığını bizler bilmiyor muyuz da sizin bu sloganınızı yutalım. Maalesef, günümüz Türkiye’sinde her şey toz duman. Şeffaflık nutukları atılırken koruma altındaki alanlar el altından peşkeş çekiliyor. Basında birtakım kalemler, bunların iyi şeyler olduğuna bizleri inandırmaya, kafalarımızı karıştırmaya çalışıyor. Ekonomi tekrar darboğaza girerse batarız, yabancı sermayeyi aman ürkütmeyelim, bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler mantığı hakim. Liberal ekonomi naraları yeri göğü inletiyor.
Eeee, ülkenin değerlerini satıyorsunuz, vatandaşa kazancı ne oldu? Enflasyon tek hanelere düştü deniliyor; ama nedense, market etiketleri öyle söylemiyor. Eskisi gibi bakkallardan alışveriş yapıyor olsak, “Vicdansız bakkal, yine mi zam yaptın” diyeceğiz; ama marketlerde muhatap bulmak zor. Bulsanız da, böyle birşey söylediğinizde, size deli muamelesi yaparlar. Kredi kartı borç batağı ortada. Ama, hâlâ sokaklarda, kestane tezgahı kurar gibi kredi kartı tezgahı açanlar var. Yakında, seyyar satıcıların birbirleriyle kavga ettikleri gibi yer kavgası bile edebilirler (!). Olur mu canım hiç öyle şey! Onlar seyyar satıcılar gibi eğitimsiz değiller. Hatta, bu kararları alanlar, dünyanın en iyi üniversitelerinde eğitim almış kişiler. Onlar işlerine gelen doğruları çok iyi bilirler. Çok saygı gören kişiler.
Şehrimizin önünde yakın zamanda dikilecek yeni çirkinlik abideleri sırada bekliyor. En yakın gelecekte Dubai Towers ile tanışacağız. Sonra Arnavutköy-Vaniköy arasında 3. Boğaz Köprüsü. Ardından Anadolu-Rumeli Kavağı arasında 4. Boğaz Köprüsü. Türkiye gelişiyor, Avrupa’ya ilerleyen Türkiye çığlıkları arasında, bu çevre katliamına karşı görüş belirtecek aydınların, üniversite öğretim görevlilerinin başına her türlü çorap örülebileceğinin örnekleri mevcuttur.
İstanbul’un en güzel yerlerinin elbirliğiyle böylesine yok edilmesine seyirci kalmak çok acı. İstanbul Büyükşehir Belediyesi 25 yıldan sonra kentin imar planını hazırlatıyormuş. İşin başında Yıldız Teknik Üniversitesi’nden Prof. Dr. Hüseyin Kaptan varmış ve İstanbul’un 20 noktasına neşter vurma hazırlıkları yapılıyormuş. Bir vatandaş olarak, böyle bir çalışma, içimdeki güven hissini sağlamıyor. Çünkü bu belediye, aynı zamanda kendi yetki sınırları içinde kalan Dubai Towers projesine onay veren bir zihniyet tarafından yönetiliyor. Yarın 5. Boğaz Köprüsü’ne de onay verildiğinde, nasıl engel olabileceğiz? Modern yaşamın gereği buymuş, yeni yollara ihtiyaç varmış. Modern yaşam diye diye insanların evleri ile işyerleri arasına onlarca kilometre mesafe koyduk. Her gün milyonlarca insan, şehrin bir ucundan diğerine akıyor. Eskiden, mahallemizdeki okullarda okurken, şimdilerde çocuklarımız şehir dışındaki kolejlere gidiyor. Niye? Çağdaş yaşama yakışan bir eğitim almak için. Çağdaş yaşam, saatlerce yollarda sürünmek mi? Son model otomobillerimize kurulup, ilerlemeyen trafikte, Türkçeyi dahi doğru düzgün kullanamayan spikerlerin sulu esprilerini dinlemek mi?
Kim bilir, belki de modern yaşam gerçekten böyle birşey. Senin işini görmesi için seçtiğin yöneticiler tarafından yönetilmek. Hizmetlin olan kişilerin kendini senden üstün görmesi. Eskort konvoylarıyla havaalanından şehir merkezine kadar tüm yolları kapattırıp trafikte seyretmeleri. Toplum içine katılmaları gerektiğinde, koruma orduları tarafından kuşatılıp, kendilerinin ne kadar ulaşılmaz olduklarını göstermeleri. Peki, bu kişiler yolları kapatarak, koruma orduları arkasına gizlenerek kimden korunuyorlar? Bizlerden. Çünkü bizler, onların gözünde potansiyel teröristiz. Amerikan başkanlarının saplantısı, bizim yöneticilerimize de bulaştı. Herkesten çekiniyorlar. Yahu, bizler sizin hizmet ettiğiniz ülkenin vatandaşlarıyız. Bir anlamda kardeşiz; niye bu kadar ürküyorsunuz? Bu bizi üzüyor vallahi.
“Bu yazı, Macline Dergisi’nin Aralık 2005 sayısında yayımlanmıştır.