Yazar: Özlem Şanlıtürk Narman
Hiç kaçmayı istediğiniz anlar oldu mu?
Hiç anları hayatınızdan kovalamayı istediğiniz oldu mu?
Hiç "kaçmaktan" kaçındığınız oldu mu?
Hiç kaçınmaktan korktuğunuz oldu mu?
…Hiç…
Bir hiç içinde, kaçmayı istediğim anların zamanlarında, gömülmeden yaşamaya devam etme noktasında, varım işte.
Ama zaman gelir, ki o kaçmayı istediğim anları, bu yerin sahibi benim dermişçesine kovalamayı da hayal ederim.
An'lardan ibaret olduğumuzu söyleyen arkadaşıma bir soru sordum: “Toplasan kaç an'sındır peki sen?” dedim.
…Sessizlik.
Düşünmeye koyuldu kendince.
Baktı suratıma, an'larını saymaya başlarmışçasına. Peki bunu kendisi nasıl teyit edecekti ki?
Yani bir başkasının an'ı olduğunun teyidini kim verecekti ona?
An'larla yaşamaksa eğer hayat, pek bir anlamsız. Toplasan topu topu kaç an'dan ibaret olur ki insanoğlu?
..Eğer tabii, an'ı andan ayırıyor isek... Her an'ı an olarak saymıyor isek...
Bazen işte bütün bu karmaşanın tam ortasında, bir zaman gelir ki gözünüz bir aralık arar. Oradan sıvışmak istersiniz.
Ve direkt koşmaya başlamak istersiniz… Hem de hiç arkanıza bakmadan.
Ama bir türlü yapamazsınız. O karmaşanın ortasında, kaçmaktan kaçındığınız bir an'la yüzleşirsiniz. Bunca an, üzerinize gelir.
Bazıları aynı an'lardan ibarettir hatta. Tekrar tekrar yaşarsınız.
Tıpkı “Yarın Aslında Dündü” filminde olduğu gibi (1993, Bill Murray ve Andie MacDowell).
Sonra sorarsınız; peki o an, senin an'ın mıdır ki, bir başkasının an'ı olarak kabul edildiğini söyleyebilesin...
Aslında şimdi düşünüyorum da kaçmak da ayrı efor isteyen bir olay. Orada da bir güç sarf etmek gerekecek.
Kaçınca sanki o an'lar peşinden seni takip etmeyeceği kandırmacasıyla nereye kadar kaçabilir ki insan... (Gülüyorum!)
Sanırım benim şu an için herhangi bir şey yapma isteğim bulunmuyor... (Ne kadar ironik!)
Biri bir gün bu kadar şeyi bir arada söyleyerek, felsefe patlattığını düşündüğü an'larda bana aktarma yapmaya kalksaydı ve deseydi ki “Kaçınmaktan korkmak da insancıl bir duygudur sonuçta, yaşadığının bir kanıtıdır", muhtemel yerlerimle birlikte bir yerlerde iki bira atarkenki halimde olduğu gibi sanıyorum coşarak bir kahkaha patlatıyor olurdum. “Yuh!” derdim, “İsterseniz sizi, şöyle ufaktan ufaktan geçirelim yolcu edelim biz aramızdan,” derdim!
Ama şimdi “şu an / kaçmak * korku = HİÇ” sonucunu elde ettiğimin tezini yazacak kadar sıyrık bir kadın olarak klavye başındayım.
Ve derleyip toparladığımda, benim an'larım, sanırım, düşündüğüm zaman bana BEN olarak hissettiren zaman/kişilerden ibaret.
Beni BEN olarak kabul etmiş, benimsemiş, sevmiş, düşünmüş kişi ve zamanlarda an'ımı yaratmış olmalıyım ben. Oralarda yaşamış olmam gerektiği birikmişlerden ibaret benim an'larım. Bazen bir bakışta , bazen yudumda, bazen bir dokunuşta, bazen bir sigarada, bazen bir kadehin dibinde/oradaki hislerde.
Şimdi düşünüyorum, peki bugüne kadar bana “Ben seni ben olarak görüyorum” diyen kaç kişi/zaman/mekan var hayatta?
Bir elin beş parmağını geçmez bu anlar...
Bende o anları yaratanlara söylüyorum: Seni seviyorum ben her kimsen, her ne isen...
Bu bir HİÇ bile olsa... Bir HİÇ'e bile sürüklese...
Seviyorum...