Yazar: Enis Batur
Bir magazin dergisinden: “En ilginç istek mektupları İzmir Radyosuna gönderiliyor.” Haber-röportajın bir yerinde, program yapımcısı şunları aktarıyor: “Bir patlıcanın içine yerleştirilen ya da çay bardağı üzerine işlenmiş istek mektuplarından tutun da, fındık, ay çiçeği, ya da karpuz çekirdeği, kondansatör, ilâç kapsülleri, elektrik kabloları ve hatta ayşekadın fasulyesinin içine konulmuş istek mektupları alıyoruz her hafta. Mukavvadan yapılmış, pille çalışan bir slayt makinesinin düğmesine basıp duvara tutunca, dinleyicimizin istek parçası yansıyor.” Yapımcının haklı olarak koleksiyonunu yapma yolunu tuttuğu bu ilginç mektup örnekleriyle çekilmiş bir de fotoğrafı var dergide: İnanılması güç bir renk ve üslup cümbüşü.
Mektup denilince aklımıza nedense sınırlı bir fantezi dünyası çizilir: Ne tür farklılık taşırsa taşısın, eninde sonunda bir zarf ve bir kâğıt, bir (kaç) pul ve bir adrestir topu topu mektup. Oysa soğan mürekkebiyle yazanlardan tutun, birbirlerine yalnızca uçurtmayla mesaj yollayanlara dek her tür araç ve yöntemi kullanana rastlayabilirsiniz mektup dünyasında. Gereksinme ve zorunluluklardan kaynaklaran yazışma gariplikleri de vardır şüphesiz; ama çoğu düşgücü zorlamasından, fantezi düşkünlüğünden gündeme gelir. Bir tür ebru tekniği ile sıvı zemin üzerine mektup yazan birinden söz edildiğini duymuştum, ama en önemli ayrıntısını unutmuşum bu olayın: Mektubunu nasıl gönderdiğini! Kendi dillerinde, ama yabancı bir alfabe kullanarak mektup yazanlar az değildir, özel şifreler geliştirenler de. Soğan mürekkebi örneğinde olduğu gibi, yazdıkları mektuplar ancak kimyasal bir operasyondan geçirilerek okunabilen meraklılar da vardır: Düşünün ki bir arkadaşınızın kıl kadar ince tahta sayfalara yazdığı mektupları okuyabilmek için bir şişede tuzruhu ya da potasyum bulundurmak ve kimbilir ne tehlikeli anlar geçirmek zorundasınız! Buna benzer bir şakaya kendi elimle kurban olduğumu unutmuyorum: Queneau’nun yönettiği “Patafizik Koleji” tarafından yayımlanan bir kitabı dünyanın parasını ödeyip almıştım. Kitabın son sayfasındaymış tuzak: “Bu kitap 1’den 100’e kadar numaralanmış ve numaralar soğan mürekkebiyle yazılmıştır” notunu okuyunca, Pata’ların gaddarlığını bir an unutup elime kibriti almıştım. Bilirsiniz: Soğan mürekkebiyle yazılmış bir yazıyı açığa çıkarmak için, yazıldığı sayfanın altına bir süre ateş tutmak gerekir. Kibriti çakmamla kitabın toptan tutuşması arasında inanın bir saniye bile geçmediydi: Pata’lar alıklığı, bönce bir merakı bağışlayabilirler miydi, elbette hayır, kâğıt en kolay tutuşan madde neyse ondandı: Evin yanmadığına mı sevineyim, kitabın anında kül olmasıyla ödediğim paranın uçup gitmesine mi üzüleyim, bilememiştim.
Tehdit mektuplarını bir kasaturanın sapına yazan, cinsel mesajlarını bir prezervatife yerleştiren, yanıt olarak da rujla yazılmış bir çağrı mektubu alanlar yok mudur? Abartmaların peşine takıldığım sanılabilir, değil oysa: Genet’in bir romanında, eşcinsel bir tutuklunun hapisaneden sevgilisine gönderdiği mektupları imzalayacağına aletini kâğıt üzerine yatırıp etrafını kalemle kuşatıp çizdiği okunur, üstelik (ister inanın, ister inanmayın) sevecen, lirik bir yaklaşımla. Beşir Fuad, bileklerini kestikten sonra, son mektubunu, kalemi kendi kanına banarak yazmamış mıdır? Tatlı-sert örnekler de bulunabilir: Ferit Edgü’nün, bir yazarımızın saçmalıklarına tek sözcüklük bir telgrafla, “çüşş” diye karşılık verdiği söylenir, üçüncü kişilerin yalancısıyım. “Kerim” takma adıyla irinli zıvanalıklar kaleme alan bir kafadan malûl zibidiye “ben de” diye bir mektup yolladığım vakidir, profilden bir fotoğrafın arkasına. Daha neler olmuştur, olmaktadır kimbilir.
Aztekler mektuplarını neye, nasıl yazar, neyle, nasıl gönderirlerdi? Eskimolar mektup yazmaz mı, bizim gibi mi yazarlar mektuplarını? Karıncaların PTT merkezi var mıdır? Güvercinler taşıdıkları mektupları okurlar mı? Çin’de bir horoz yumurtlamıştı ya: Ölüler kendi aralarında yazışır mı, geçen yüzyıl postalandığı halde sahibine hâlâ ulaşmamış bir mektup yok mudur, neden bombalı mektup almıyorum, hiç, neden kimi mektupları yazıp yollamıyoruz, bir anda dünyadaki bütün adresler birbirine karışamaz mı, bir günde bir postacının çantasındaki mektuplara neler sığar: Kaç ölüm-dirim haberi, kaç hülya, kaç yanlış anlaşılma?
Kaynak: Enis Batur, Gönderen: Enis Batur, Remzi Kitabevi, İstanbul, 1991, ss.184-186.