Yazar: Adnan Erdoğmuş
Orda duruyordu, aşağıda – sütünle beslediğin, üstünü örttüğün, adımlarını kolladığın. Kapı kapanmış ve orda kalmıştı, ayrılırken onca yıl sonra yine birlikte geçirdiğiniz o günden. Tanığı oldum gözlerinin, aradaki cama çarpıp da yere düşen bir kuş gibi baktı sana, otobüs yola çıktığında.
(“Tanığı Oldum”, Kemal Özer)
Tüm yolcular yerimizi almış, uçuşun başlamasını bekliyorduk. Uçak kalkmak bilmiyordu, hiçbir açıklama da gelmiyordu. Dakikalar geçtikçe, biz üç sıra yan yana denk düşmüş üç yolcu birbirimizle tanışmış, cam kenarından başlayarak, üç ayrı kısa yolculuk hikayelerimizi sırasıyla anlatmaya başlamıştık.
İlk ikimizin hikayeleri basmakalıptı: Her ikimiz de işlerimiz gereği yollara düşmüş, birkaç günlük yurtdışı toplantılarından evlerimize dönüyorduk.
Üçüncümüz en küçüğümüzdü. Onun hikayesi bizimkinden farklıydı: Annesiyle birlikte yurtdışında yaşıyordu. Okulu tatile girmiş; göçmen yavru kuş, bir kanadını anne kucağına bırakmış, öbür kanadıyla babasının yaşadığı şehre uçuyordu. Yazı, babasıyla birlikte geçirecekti. Uçağa binmeden önce konuşmuşlardı, kendisini karşılamaya gelecekti. Geçen yazdan bu yana birbirlerini görmemişlerdi. Belli ki çok özlemişti!
Uçağa binerken hosteslere teslim edilmişti. Belki o da, küskün kalpler arasında böyle gidip gelen, sabırsızca tüketilen aceleden aşkların erken açmış meyvalarından biriydi. Salkımından henüz koparılmış, taze bir üzüm tanesi kadar gencecikti. Küçük yaşına rağmen bakışları kendine güvenle doluydu ve omuzları dik oturuyordu. Bu haliyle, kavurucu sıcaklarda çabuk olgunlaşan gazap üzümlerini andırıyordu.
Sonbahar, kış, ilkbahar geçmiş; yaz gelmişti. Yeterince beklemişti. Olduğu yerde kabarıp kalan koca hindiler gibi piste çakılı kalan, kanatlarını açıp bir türlü havalanamayan uçaktaki bu bekleyiş, en çok onu üzmüş olmalıydı! Yine de yüzündeki o tatlı heyecan kaybolmuyor, sıcak gülümseyişleri ışıltılı gözlerinden taşıyor, yanaklarındaki gamzelerin çukurluklarını dolduruyordu. Sevdiklerine kavuşma heyecanını, bu bildik duyguyu, farkında olmadan bize de yansıtıyordu.
Yolcuların da sıkılıp kabarmaya başladıkları anda, yaklaşık bir saatlik bekleyişten sonra uçağımız nihayet havalanmış, yola çıkmıştı. Tanışıklık hikayelerimiz de artık susmuş, elimizdeki kitaplar, dergiler konuşmaya başlamıştı.
Saatler önceleri geçmek bilmese de, sonunda gelmiştik. Pilot, piste iniş için alçalma anonsunu yaptığında, yüzündeki o “kavuşma heyecanı” artık yerinde duramaz bir hal almış, bana eski ayrılıklarımı, kavuşmalarımı hatırlatmış, onun bu tanıdık hali adeta beni de sarmış, ben de onunla birlikte sabırsızlanmaya başlamıştım.
Bu buluşma anını mutlaka yakalamalı, ben de bu anın bir ortağı, hiç olmazsa bir tanığı olmalıydım. Küçük yol arkadaşım sayesinde, yol boyunca onunla birlikte bu anın düşünü kurmamış mıydım... Böyle küçük bir hırsızlığa hakkım olduğuna çoktan inanmıştım.
Pasaport kontrol, çıkış işlemleri tamamlanmış; o önde, hostes ablası yanında, ben birkaç adım gerilerinde, çıkış kapısına yönelmiştik. Kapı açılmış, gittikçe hızlanan adımlarla yolcu bekleme salonuna çıkmıştık.
Etrafa bakınırken, yanlarına orta yaşlı bir adam yaklaşmış, başını okşayıp, valizini ve kendisini teslim almıştı. Kucaklamamış, sarılmamıştı. Belki babasının bir arkadaşı, belki bir akrabasıydı... Babası değildi! Yanlarından geçerken duyduğum, “Babanın toplantısı biraz uzadı, seni almaya gelemedi, seni eve ben bırakacağım” oldu!
O kapı açılana dek onunla oraya tek bir yürek olup gelmiştim. Oysa şimdi göz göze gelmemek için arkamı dönüp, acemi bir hırsız gibi, yanlarından fark edilmeden uzaklaşmaya çalıştım.
Olmamalıydı! Çoğumuza yabancı olmayan o bildik haller, hiç değilse o gün, o an orada olmamalıydı. Hep hayatımızdan çalan o profesyonel hırsız, hiç utanmamış, akşam güneşi yedi tepeli şehri tepeleyen metalik gökdelenlerin arasından batarken, bilmem herhangi birinin, bilmem herhangi bir katından, hiç üşenmemiş, yine fazla mesai yapmış, bir atmaca misali atlayıp gelmiş, benim bu küçük hırsızlığımı da benden çalıp kaçırmıştı!
İşlemeyi unutmuştu saatler, onun gelmesini beklediğin evde. Gelen o değildi, toprağa elinle diktiğin bir fidanın senden uzakta ne kadar boy attığıydı, ne kadar duyarlı kaldığıydı anıların gölgesinde. Bir sesti, göz göze geldiğinde ne istediğini merak ettiren, bıraktığın yokluğa ne bedel biçtiğini. Ancak onunla buluşunca sorgu bitecek, saatler başlayacaktı işlemeye, yelken açan yüreğinin seni kıyısına getirdiği gecede.
(“Tanığı Oldum”, Kemal Özer)