Sayın Hıncal Uluç bana bir hakemlik görevi yüklemiş. Birisiyle iddialaşmış, Beyoğlu'na ve Beyoğlu'ndan mı, yoksa Beyoğlu'ya ve Beyoğlu'dan mı demek gerekir diye soruyor.
Bu gerçekten önemli ve tartışmalı bir sorundur ve beni de öteden beri meşgul etmiştir. Sadece Beyoğlu ile de sınırlı değildir: Erenköy (veya Erenköyü), Kadıköy, Sarayönü, Tekirdağ (veya Tekirdağı), Kırklareli, Tunceli, Sarayburnu, Saraydüzü, Tepebaşı, Direklerarası, Şehzadebaşı, Eminönü, İnönü, Nişantaşı, vs. gibi pek çok yer ve Osmanoğlu, Karaosmanoğlu, Banguoğlu, vs. gibi pek çok şahıs isimleri için de söz konusudur. Kırklareli'ye mi, Kırklareli'ne mi; Sarayburnu'ya mı, Sarayburnu'na mı; Şehzadebaşı'ya mı, Şehzadebaşı'na mı; Eminönü'den mi, Eminönü'nden mi; Neslişah Osmanoğlu'ndan mı, Neslişah Osmanoğlu'dan mı demek ve yazmak gerekir?
Bir semtten çok balık satılan bir çarşıyı hatırlatan ve "Balıkpazarı'ya balık almaya gittim" demek sanırım kimsenin aklından geçmeyeceği Balıkpazarı ve Samanpazarı, Atpazarı, Salıpazarı, vs. gibi benzerleri dışında kalan ve tek bir kelime halinde yazılan bu bileşik özel isimlerin yazılış ve söylenişleri konusunda müstakar bir uygulama yoktur. Bu hususta kesin bir gramer kuralı bulunduğunu da sanmıyorum. Kimi -ama sanıyorum çok az insan- Beyoğlu'ya der, kimi ise -tahminime göre büyük bir çoğunluk- Beyoğlu'na der. Hangisi doğrudur? Bir görüşe göre, tamlama biçimindeki bu bileşik kelimeler unsurlarından bağımsız bir bütündür. Beyoğlu örneğinde "bey" ve "oğul" bir potada erimiş ve "Beyoğlu” olmuştur; aynı şekilde, Eminönü "emin" ile "ön"ü, Kırklareli "kırk" ile "el"i kaynaştırmıştır. Bunlar takılandırılırken bileşik kelimeler oldukları unutulmamalı, tek bir kelime gibi muameleye tabi tutulmalı ve buna göre, Beyoğlu'yu, Eminönü'ye, Kırklareli'den denmelidir. Bir başka görüşe göre ise, bu basit mantık dil sezgisi, dil estetiği, kullanım ve teamül ile bağdaşmadıkça geçerli olamaz. Ben de naçizane, sayın Hıncal Uluç gibi, bu kanâatteyim ve Eminönü'ye, Saraydüzü'ye, hele Şehzadebaşı'ya demek bana çok ters gelir. İnsan burada zihnen bu kelimelerin cüzlerini ayırıyor ve takının bileşik kelimenin ikinci unsuruyla, yani tamlayanla uyum içinde olmasını istiyor. Kırklareli (eski Kırkkilise) Kırklar eli (ili), yani memleketi demektir. Bu bir isim tamlamasıdır, tıpkı "akide şekeri" gibi. Ve nasıl akide şekeriyi değil de akide şekerini yiyorsak, Kırklareli'ye değil, Kırklareli'ne gidiyoruz dememiz gerekir. Aynı şekilde Şehzadebaşı, Direklerarası ve Beyoğlu da birer tamlamadır ve Şehzadebaşı'dan, Direklerarası'dan, Beyoğlu'dan demek insana ters gelir.
Fakat burada bize asıl rehber olması gereken husus, isim yapmış ve edebiyatımıza mal olmuş yazarlarımızın uygulamalarıdır. Bakalım bunların tercihleri ve tesis ettikleri teamül nedir. İşte birkaç örnek:
"1903 tarihinde Beyoğlu'nda 'Satvet' isminde bir tiyatroda irade-i seniye ile yapılmış iki büyük güreş müsabakasının neticelerini Fransızca dergilerde buldum." -Burhan Felek, Yaşadığımız Günler, s.136.
"(...) ve tek tük evlerin arasından geçen bozuk bir sokaktan Şehzadebaşı'na doğru yürüdü." Sabahattin Ali, İçimizdeki Şeytan, s. 52.
" Ve şimdi polis Naci'yle beni geceleyin Beyoğlu'nda yanlış yerden dolmuşa bindik diye karakola götürüyordu." -Çetin Altan, Kahrolsun Komünizm Diye Diye, s. 175.
"Hemen giyin, arka yoldan Sarayiçine geç, beşliği toka et, gir müzeye..." -Kemal Tahir, Yorgun Savaşçı, s. 183. (Kemal Tahir de benim gibi apostrof kullanmasını sevmiyor ve Sarayiçi'ne değil, Sarayiçine diyor. Ama Sarayiçiye demiyor! Aynı romanın bir yerinde de "Faruk'a" yerine ne güzel "Faruğa" der. Ben olsam, Fikret'in "Haluk'un Defteri" dediği gibi, "Faruka" derdim ama o ayrı bir mesele.)
"(...) yahud Beyoğluna çıkarken tesadüf etdikleri kürklü bir başlık giymiş minimini sarı bir alman kızı için bir manzume söylemeğe yeltenmek gibi çocukça şeyleri olurdu" ve biraz sonra "O gün Beyoğlundan geçerken bir kitapçı dükkanının önünde durdular (...)"- Halid Ziya Uşaklıgil, Mai ve Siyah, Hilmi Kitabevi,1938, s. 39.
"Geceyi Tepebaşı'nda bir opereti dinleyerek geçirir, ertesi gün Erenköyü (eskiden Erenköy'e Erenköyü denirdi –Ş.Y.) bağlarında bir siyah çarşafın arkasında dolanırken görülürdü (...) Ramazanda akşamları Direklerarası'na gider, kışın Odeon'un balolarında ortalığı neşeli gürültülere boğardı (...) Onun için gerekli olan şey, Beyoğlu'nda yalnız gezmemek (...) arabada yalnız kalmamaktı." Halid Ziya Uşaklıgil, Aşk-ı Memnu, s. 89 ve 90.
"Nişantaşı'ndan (İstanbul'daki Nişantaş semtine Nişantaşı da denir –Ş.Y.) Beyoğlu'na, Beyoğlu'ndan Sıraselviler'e (...) o çılgınca dolaşırlar..." -Yakup Kadri Karaosmanoğlu, Sodom ve Gomore, s, 57.
"Sırmakeş Toroğlu'ndaki, dibâsı Hint'ten, harcı Venedik'ten gelme Pembe İncili Kaftanı alacağım" ve biraz aşağıda "Dönüşte yedi bin liraya iade etmek şartıyle Toroğlu'ndan meşhur Pembe İncili Kaftanı da aldı." -Ömer Seyfettin, Kahramanlar, s. 69-70.
"Bugün de Pendik'ten İzmit'e, Çekmece'den Tekirdağı'na doğru kıyılar yağma altında" ama ilerde "Tekirdağ'ında siyasi parti sözcülüğü eden bir müşterisiz avukat (...)" ve "Balıkpazarı'nda mezit yahudi balığı olunca müslümanlar mekruhtur diye almaktan vazgeçtiler." -Fatih Rıfkı Atay, Kurtuluş, s. 53, 96, 83.
"Orada Ahmet Samim'le buluşarak birlikte Beyoğlu'na geçmek üzere Bahçekapı'ya doğru inmişlerdi" -Hüseyin Cahit Yalçın, Siyasal Anılar, s. 159.
"Zannımca Erenköyü'nde artık / Görmez felek öyle bir bahârı." -Yahya Kemal, "Erenköyü'nde Bahar". (Ama semtin resmi adı Erenköy olduğuna göre bugün Erenköy'e de diyebiliriz.)
Görülüyor ki, kitaplarından örnekler verdiğimiz iyi yazarlarımızın hepsi Beyoğlu'ya değil, Beyoğlu'na demişler ve benzeri bileşik isimlerde de aynı tarzı benimsemişlerdir.
Böylece hakemlik yapmadık ama hakemlik yaptırdık!
Şiar Yalçın, Doğru Türkçe, s. 90-92, Metis Yayınları, 1999
E-BÜLTEN
mürekkebi üstünde
Beyoğlu’na, Beyoğlu’ya