Yazar: Handan Saraç
Hiç kuşku yok ki almak ve vermek hayatımızın ayrılmaz bir parçası. Ama aynı zamanda tartışmalı bir parçası. Kime ne zaman neyi ne kadar vermeliyiz? Kimden neyi ne kadar beklemeliyiz? Almadan vermemeli miyiz? Yoksa vermeden almamalı mıyız?
Annemiz, babamız, çocuklarımız, akrabalarımız, arkadaşlarımız, toplum...
Ve karmaşık bir alma-verme dünyası...
Dengeli alışveriş
Kimi dengeli bir alışverişten yanadır. Ölçüyü şaşırmadan almayı ve vermeyi tercih eder. “Az” verip “çok” alınca kendisini kötü hisseder. Ya da “çok” verip “az” alınca. Sürekli denge gözetenler, her verilene anında bir karşılık vermezlerse rahat edemezler. Kendilerini hep “minnet altında” hissederler, mutsuz olurlar. Almanın keyfini yaşayamazlar.
Ölçmenin hiç de kolay olmadığı bir alışverişte eşitlik prensibi ezici bir baskıya dönüşür kimi zaman. Bazen böylelerine bir şey vereceğiniz zaman, mutlaka bir punduna getirip bir an önce karşılık vermeye çalışacaklarını düşünerek vazgeçtiğiniz bile olur.
Hem de alıp verme, kaçınılmaz olarak çoğu kez somut şeylerle sınırlanır. Zaten denge konusunda çok titizlenenler ölçülemeyen şeylerin dünyasında zorlanırlar.
Vermeden almayı bekleyenler...
Kimisi de genellikle “almayı” tercih eder.
Sevilmek ister... Birileri ona dostluğunu sunsun ister...
Anlayış, hoşgörü, güleryüz göstersin...
Vefalı olsun, arayıp sorsun...
Derdini dinlesin...
Mesaj göndersin...
Hediye versin...
Zaman versin...
Emek versin...
Ve daha pek çok şey ister.
Bunları neden ister? Tabii ki mutlu olmak için. Sevgi, ilgi, davet, telefon, hediye, mesaj yağmuru altında kim mutlu olmaz ki!
Diye düşünürüz.
Oysa olumlu da olsa, sadece başkalarına ait duyguların, davranışların hedefi olmak insanı ne kadar mutlu eder acaba? Kendisi mutsuz, karamsar, öfkeli ise, ya da acılaşmışsa hayata karşı, hangi sevgi, hangi ilgi onun karanlık dünyasını aydınlatacak kadar güçlü olabilir?
Avantaj kimde?
Sevgiyi ya da verilen herhangi bir şeyi almak, sadece hoşuna gider insanın. Belki kısacık bir süre için, bir ışık gibi yanar söner içinde. Oysa sevmek ve sevgiyle vermek, içinde çeşitli duyguların harmanlandığı bir cümbüşü sürekli yaşamaktır. Bazen uçursa, bazen yere çarpsa da. Bazen heyecanla, bazen hüzünle doldursa da yüreği. Sevmek hayaller kurdurur, düşler gördürür. Güldürür, ağlatır. Yaşatır.
Sadece aşık olmaktan da söz etmiyorum elbette. Her türlü sevgi –insan sevgisi, hayvan sevgisi, doğa sevgisi, sanat sevgisi, bilim sevgisi, spor sevgisi- insanın sınırlarını genişletir, duygularını tazeler, canlandırır. Kişiyi olgunlaştırır, güçlendirir. İç dünyasını zenginleştirir.
Ya da bazen bir hata yaptığında, bağışlanmayı diler insan, yüreği titreyerek. Ama bazen bağışlansa da kendini hâlâ suçlu hissedebilir, başkaları affetse de o kendini affedemeyebilir. Yani kendine bile bir şey vermekte zorlanır.
Kendini ya da başkalarını “bağışlayamamak” insanı içinden kurt gibi yer. Tüm olumsuz duygular gibi, beden ve ruh sağlığını kemirir.
Oysa bağışlamak eşsiz bir şifa değil midir? İçindeki öfke, kin, nefret yükünden kurtarır insanı. Başkalarına ya da kendi kendine yönelik gerçek anlamda bağışlama, insanın yüreğini ferahlık, hoşgörü, sevgi ve huzurla doldurur. Bunu bir kez olsun yaşayan, bağışlamayı reddetmenin “bağışlanmayana” değil kendisine ettiği en büyük kötülük olduğunu anlar.
Ne ekersen...
Alma-verme, sevme-sevilme, bağışlama-bağışlanma dünyasında hep “almayı” seçen insanlar mutsuzdur aslında. Birilerinin bir şeyler vermesini beklerler sürekli. Pasiftirler. Yalnızdırlar. Zamanla katılaşıp donuklaşırlar. Güdük kalır duyguları. Çoğu zaman da zaten beklediklerini bulamaz, umduklarını alamazlar.
Çünkü hayatın kuralları, akışı başkadır.
Hayatta “ne ekerse onu biçer” insan. Verdikçe alır, sevdikçe sevilir, bağışladıkça bağışlanır. Saçtığı “ışık” çoğalarak ona döner.
Vermeden önce almayı, sevmeden önce sevilmeyi, bağışlamadan önce bağışlanmayı bekleyen insan, ihtimaldir ki beklediğini hiçbir zaman bulamaz. Olumsuz öngörülerinde hep haklı çıktığını kanıtlarıyla anlatır durur. Hep “beklemenin” ve hep “haklı çıkmanın” ona getirdiği yalnızlığın, mutluluğun nedenini ise hiç anlayamaz. Anlatılsa da kabul etmez zaten. Hep haklıdır ya!
Sevgisizlik ekip yalnızlık ve mutsuzluk biçer böyleleri.
Peki ya siz ne ekmeyi seçiyorsunuz?