Türkçede "kesme imi" diye de bilinen apostrofun (') iki ayrı işlevi vardır. Birincisi, Arapça ayın ve hemze seslerini belirtmektir: san'at, neş'e, meş'um, kat'etmek, mes'ul, kur'a, vs. gibi. Bunlar bugün pek seyrek kullanılmakta ve bu kelimeler genellikle sanat, neşe, mesul, kura şeklinde yazılmakta ve öyle söylenmektedir. Oysa, Türkçeyi iyi konuşanlara dikkat edecek olursanız, görürsünüz ki hiçbir zaman san'at, neş'e, kur'a demezler, yazarken öyle yazsalar bile konuşurken san-at, neş-e, mes-ul, kur-a derler. Bu konu, yani bu tür apostrofların kullanılması gerekip gerekmediği ve kullanılacaksa nerelerde kullanılacağı meselesi, çok tartışmalıdır ve ne bizim ne de başkalarının bu konuda kesin bir kural koyması mümkün değildir. Bu ancak, bir gün üzerinde uzun boylu durmak istediğim bir "Şura" veya "Akademi" kurularak dilimizin alfabesiyle, imlasıyla, grameriyle, sentaksıyla, telaffuzuyla, vurgulamalarıyla, noktalama işaretleriyle topyekün bir reorganizasyonuna ve tam bir istikrara kavuşturulmasına karar verildiği zaman, bu heyetin yürüteceği genel çalışmaların ve tartışmaların çerçevesi içinde ele alınabilir.
Apostrofun ikinci fonksiyonu ise fonetikle değil, sadece yazımla ilgilidir. Kişi adlarından ve genellikle bütün özel adlardan sonra, bunlara takılacak eklerin önünde (İstanbul'a, Hasan'ı, Almanya'da, Himalaya'nın, Fırat'tan, vs.) , bir de kısaltmalardan, rakam ve sayılardan, harf ve işaretlerden sonra ("TBMM'ye gitti", "1952'de doğdu" , "i'nin noktasını koymamış" , "Pi'nin tam değeri bulunamamıştır", vs.) kullanılır. Apostrof nadiren de konuşma dilinde atlanan harflerin yerine kullanılır: " ne yapmış" yerine "n'apmış" , "ne olursun" yerine "n'olursun" , vs.
Bizim bugün asıl üzerinde durmak istediğimiz özel adlardan sonra kullanılan apostrofun gelişigüzel müesseselere, makamlara, kurullara, işyerlerine de teşmil edilerek açıkça kötüye kullanılması, yazıda sırıtması ve konuşmada kakofoni yaratmasıdır. Niçin Cumhurbaşkanlığı'na, Başbakanlık'a (işte bir kakofoni örneği), Danıştay'a, Yargıtay'a, Hukuk Fakültesi'ne, Ankara Üniversitesi'ne, vs.? Yabancılar bunları çoğu zaman büyük harfle bile yazmazlar, "conseil des ministres" (bakanlar kurulu), "faculté de droit" (hukuk fakültesi), "cour de cassation" (Yargıtay), "l'université d'Oxford" diye yazarlar. Oysa biz, bırakınız öteden beri üluhiyet izafe etmeye meraklı olduğumuz böyle yüce makamları ("Başbakan dün genelkurmay başkanlığına, oradan da milli eğitim bakanlığına gitti" diye majüskülsüz, apostrofsuz, derli toplu, sade bir gazete haberi veya manşeti düşünebiliyor musunuz?), "Paçikakis Mağazası'na" , "Buket Pastaevi'ne" , "Fatih Kıraathanesi'ne", "Yenişehir Postanesi'ne" , "Anayurt Oteli'ne" , "Beğendik'e" , "Güzel Sanatlar Akademisi'nde" , "Paris Operası'na" gibi deyimlerdeki zevksiz, gereksiz ve zaman zaman komik apostroflardan bile vazgeçemiyoruz.
Ne olur supanglez yemeye Haylayf pastanesine gitsek, Kızılırmak sinemasında film seyretsek, Bilgi kitabevinden kitap satın alsak (Bilgi Kitabevi'nden ne çirkin, ne çetrefil!), çekap için Sevgi hastanesine yatsak, fikir suçundan hüküm giyen dostumuzu Haymana cezaevinde ziyaret etsek!
Eski harfler zamanında böyle bir sorun yoktu ve çok eskiden noktalama işaretleri hiç kullanılmazdı. Bunları Batıdan aldığımız elbette çok iyi oldu. Ama şekilperest olmayalım, esnek olalım ve biraz yabancıları bu konuda örnek alalım. Aslında apostrof Türkçeye özgü bir işarettir (Batı dillerinde bambaşka fonksiyonları vardır) ve Türkçe "agglutinant" (bitişimli) bir dil olduğu için buna ihtiyaç duyulmuştur. Ama yine de ifrata kaçmamak gerekir. Benim şahsi fikrimi soracak olursanız, apostrofu prensip olarak kaldıralım ve ancak iltibasa mahal verebilecek olan hallerde (" Ankaraya gittim" , ama "Ankaray'a gittim" yoksa o hızlı tramvayın idarehanesine değil de, başkente gittiğinizi sanabilirler; "Saray'a gittim ve orada Sara'yı gördüm") ve bir de çok ünlü olup herkesçe bilinenlerin dışında kalan yabancı kişi ve yer adlarında kullanalım derim ( Avrupaya, Berline, Münihe, Gemliğe gittim, Napolyonun mezarını, İskenderin lahdini ziyaret ettim [bugün hala konuşulan ve dillerin şahı sayılan Latincede de özel adlar tasrif edilirken bin bir şekle girmiyor mu: Carthago, Carthaginiensis, Londunium, Londoniensis, vs. ], ama Guadalcanal'a uğradım, Huckleberry Finn'i okudum, Aristophanes'in Kurbağalar'ını seyrettim).
Şiar Yalçın, Doğru Türkçe, Metis Yayınları, 1999.
E-BÜLTEN
mürekkebi üstünde
Apostrof Meselesi