Bundan kırk elli yıl önce, benim kuşağım Hukuk fakültelerinin sıralarında dirsek çürütürken, böyle bir soru sormak, tıpkı bugün "köpeki mi, köpeği mi" diye bir soru sormak gibi abes olurdu ve cevabını herkes hiçbir kuşkuya kapılmadan verirdi: elbette hukuku. O günlerin yaşlıları da, orta yaşlıları da, gençleri de -ve hele hukuk fakültelerinde okuyanlar- "k" ünsüzüyle biten bir kelimenin ek alması halinde yumuşayarak yumuşak "g" ye dönüşmesi kuralının prensip olarak sadece Türkçe kökenli kelimeler için geçerli olduğunu, yabancı ve özellikle Arapça ve Farsça kökenli kelimelerde ise "k" harfinin olduğu gibi kaldığını bilirlerdi. Ama gelin görün ki bugün, bırakın halkı ve gençleri, bir hukuk fakültesi öğretim üyesi bile televizyondaki bir söyleşisinde ve bir milletvekili -üstelik hukukçu bir milletvekili- Meclis kürsüsünden ettiği yeminde "hukuğu" diyebiliyor! Ben buna bugünkü gençlerin yaygın fakat yanlış tabiriyle "hayret bir şey" diyorum (doğrusu tabi "hayret edilecek şey" veya, daha da güzeli, "şaşılacak şey" dir).
Bu söylediğim genel bir kuraldır fakat her kural gibi istisnaları vardır. Meselâ "felek" de yabancı (Arapça) kökenli bir kelime olmasına rağmen, o kadar halka mal olmuş ve günlük dilimize girmiştir ki, onu yabancı bir kelime sayıp "feleki" demeye ne dilimiz ne gönlümüz razı olur. Ama bu öteden beri öyledir. Hiçbir yazar "feleki" diye yazmamış, ana dili Türkçe olan hiç kimse "feleki" dememiştir. Buna karşılık, aynı kelimenin çoğulu olan ve daha çok şiirlerde -meselâ Yahya Kemal'in "Esrâr-ı nazmı şerhedemez akl-ı dünyevi / Eflâke perr ü bal açan efkâr söylesün" beytinde- geçen "eflâk" genel kural, daha doğrusu genel yumuşama kuralının genel istisnası gereğince, ek alırken "eflâke" diye yazılır ve öyle okunur. Aynı şekilde, Yunan-Latin kökenli monolog ve diyalog kelimelerinin aslında ek alınca (monologu, diyaloga) kalın ünlülerini muhafaza etmeleri gerekirse de, monoloğu ve diyaloğa demek bize öteden beri daha munis gelmiştir. Bence ikisi de caizdir: aklım diyalogdan yana, gönlüm monoloğa meyillidir! Demek oluyor ki, bu konularda sadece kurallara değil, eski ve yeni meşhur yazarların yazılarına ve Türkçeyi iyi konuştukları bilinen kimselerin konuşmalarına bakmak gerekir. Bir de Türkçenin selikası ve dilin dehası dediğimiz bir şey vardır ki, bunların hakkını vermek biraz bilgi, biraz tecrübe, biraz zevk, biraz sezgi ister. Birkaç misal vererek bu bahsi bitirelim; evrağı değil, evrakı; şeriği değil, şeriki; meliği değil, meliki; teşviği değil, teşviki; merağını değil, merakını (merakını yenemedi) erzağı değil, erzakı diyin. Fakat Arapça kökenli olmalarına rağmen meleki değil, meleği; mesleki değil, mesleği; Fransızca (Latince ve Grekçe) kökenli olmasına rağmen, estetiki değil, estetiği diyin. Bu konuda %100 kesin bir kural olmadığını da unutmayın.
Şiar Yalçın, Doğru Türkçe, Metis Yayınları, 1999.
E-BÜLTEN
mürekkebi üstünde
Hukuku mu, hukuğu mu?