Yazar: Oktay Akbal
“Yazınızın ilk ve son cümlesini atın.” Bir ustanın öğüdüdür bu! Antov Çehov’un olmalı... Öykü, en zor sanattır, hem şiire hem romana yakın... En kısa biçimde, en az sözcükle anlatmak bir şeyleri... Ne olursa olsun demeyin: Yaşamda her an, her şey önemlidir. Görene, bilene, anlayana, daha da çok anlatana...
Korkunç sıcaklar bitti mi?
Sabahın beşinde bahçede dolaştım. Bir aşağı bir yukarı... Serinliği özlemişim. Yalnızlık hiç aranır mı? Hem de “Yalnızlık Bana Yasak” diye kitap yazmış biri!.. Aylardır çekildim bir köşeye... Zor zamanımızda, toplum dışı kalmak, bunu istemek... Fildişi kuleler çoktan yıkıldı. Dağa, tepeye, denize, en uzak yerlere bile kaçamazsın. Dünya küçüldü. Evren de küçülüyor. Bir gün Merih’ler, Utarit’ler komşu kapısı olacak. Ama insanoğlu ne kazanacak bundan? Yine aynı insan olarak kaldıktan sonra...
Aya gidileli otuz yılı geçti. Bir adam ayağını bastı, üç-beş adım attı, yerden bir şeyler topladı, getirdi, incelendi. Sonra hepsi unutuldu. Aya gitmek, yerleşim birimleri kurmak, insanlığa yeni umut kapıları açmak, hepsi unutuldu... Yarın Merih’e de gidilse ne olacak? Boşuna masraf, boşuna emek, boşuna çaba...
İnsanoğlu, hep keşifler, buluşlar yapmak, yeni şeyler aramak ister. Yüzyıllardır böyle!.. Ama bir türlü “kendini” keşfedemedi! Gücünü boşa kullandı. Felsefede, edebiyatta, bilimin her dalında... Ama kendini unuttu... “Ben böyleyim” dedi, öyle kaldı! En büyük keşif, en büyük buluş insanın kendini bulabilmesi, tanıyabilmesiydi oysa... Dünyayı değiştirmek. Toplumu değiştirmek. Düzeni değiştirmek... Yüzyıllardır bu hayaller gerçekleştirilmek istendi. Yanıldılar!.. Önce insanı değiştirmek gerekiyordu... Ama değiştirilecek insan böyle bir istekte miydi? İstiyor muydu değişmeyi? Her devrim, ileri bir adımdı. Zorla, baskıyla, adam asmayla, kesmeyle bu işi çözmek isteyenler de oldu. “Erdem” adına, “mutluluk” adına, “huzur” adına... Bir kez atılalım o büyük kavgaya, sonunda gerçekleştirelim değişmeyi diyenler de...
İnsan, insan olmadıkça; insan, beynindeki, yüreğindeki kirlerden arınmadıkça hiçbir şey değişmeyecek! O gitti, bu geldi, o yazıldı, bu çizildi, yıllar, yüzyıllar, filozoflar, şairler, hatta insanlığın yolunu çizen peygamberler de geldi geçti. Ama insanoğlu bunca öğrenim, bunca bilgi, bilinç kazanımlarına karşın, yine, o ilkel, yine o bencil, yine o körleşmiş yaratık!.. Sabahın serinliği miydi beni bu tür iç çekişmelere iten!.. Temmuz-ağustos bunaltıcılığından kurtulma günlerinin şaşkınlığı mı? Döndüm dolaştım, bekledim ilk gazeteleri. Bakın, yirmi birinci yüzyıl geldi. “Enseyi karartmayın” diyen kişiler hâlâ umutlu gibi!.. Dün de bugün de hep, dünyada değişiklik, yenileşme, kurtuluş arayışları... Oysa insan, hep aynı insan; hangi din, hangi ırk, hangi ulus, hangi renkte olsa da, olmasa da!...
Siz de okuduğunuz yazıların ilk ve son cümlesini atın! Geriye bir şey kalıyor mu? Bakın!
Kaynak: Oktay Akbal, “Kanatlı Sözler Uçar mı?”, Dünya Yayıncılık, İstanbul, 2003, ss. 123-124.