Yazar: Oktay Akbal
Yarın yeni bir yılda bulacağız kendimizi... Bir yıl daha geçecek, bu kez yeni bir yüzyılda...
Çocukken 2000 yılını nasıl da erişilmez bulurdum! Otuzlu yıllar nerede, iki binli yıllar nerede? Ahmet Haşim “çölde yolunu şaşıranlar gibi şimdi biz zaman içinde kaybolmuş kimseleriz...” diyordu. Bu sözü, alaturka saatten alafranga saate geçtiğimizde söylemiş bir yazısında... Öyle ya, zaman tepetaklak olmuş böylelikle!..
“Giden saatler babalarımızın öldüğü, annelerimizin evlendiği, bizim doğduğumuz, kervanların hareket ettiği ve orduların düşman şehirlerine girdiği saatlerdi.”
Takvim altüst olmuştu; yalnız saatler değil, yıllar da. 1339’da doğan, artık 1923’lü idi! 7 Nisan’daki doğum günü de onüç günlük bir çoğaltmayla, 20 Nisan oluvermişti. Haşim’in dediği gibi “zaman içinde kaybolmuş”tuk. Hele eski kuşaklar...
Zaman görece bir kavramdır. Herkesin zamanı kendine göre, hatta keyfine göre... Geçen gün Timuçin’in bu konudaki bir sözünü yazmıştım: “İsa’ya göre değil de Aristoteles’e göre hesaplanmış olsaydı şimdi 24. yüzyılda olacaktık.”
Yeryuvarlağının yaşını kim biliyor ki? Zamanlar birbirini izlemiş... İnsanoğlu önce dört ayaklıydı, derken ellerinin başka işlere yarayacağını öğrendi, ayaklandı... Ayağa bir kalktı, bir daha yerine oturmadı, yıllar yılı izledi, insan zamanı kendine göre parçalara böldü, günleri, ayları adlandırdı, yılları, yüzyılları takvimlere sığdırdı.
Yarın, 1 Ocak 1999... Bu gece kiminiz zengin yerlerde, kiminiz yoksul evlerde geçireceksiniz 98’in son gecesini. Bir şeyler yiyip içerek, TV’leri izleyip “yarın güzel şeyler getirir” diye umutlanarak... Yoksa tam tersi mi? Geçen yıl, önceki yıl ne verdi ki bizlere, yeni yıl versin diye kuşkular duyarak!.. Ne var ki insanoğlu çok dayanıklıdır. Umutları hiç bitmez, Güzelliklerin kendiliğinden gelmesini bekler. Piyangodan, altılı ganyandan, lotodan, totodan bir anda gerçekleşecek mucizelerden... Sonunda hayal kırıklığıdır çoğu kez karşısına çıkan... Ama Arıburnu’nun yazdığı gibi:
“Ümit fakirin ekmeği
Ye Memet ye...”
Yeni bir yılın eşiğinde kişi neler düşünür? Önce ömrünün bir yıl daha kısaldığını mı? Bakın Nurullah Ataç ne yazmış 1953’ün ilk günü:
“1953 yılında neler olacak acaba? Ben ne yapacağım? Biraz daha ihtiyarlayacağım, bir yığın boş şeylerle yoracağım kendimi, tadamadığım zevkleri düşünüp üzüleceğim, içleneceğim, birtakım kitaplar alıp üç-dört sayfasını okuduktan sonra kapatacağım. Çiçekler açacak bahçelerde, onlara baktıkça içim açılsa bile artık uzun zaman göremeyeceğimi, bu yeryüzünün azıklarından günden güne uzaklaşmakta olduğumu düşünerek zehir edeceğim o tadı kendime.”
Aradan iki yıl geçmiş, yeni bir yıl gelmiş kapıya dayanmış. Ataç 1956’nın son günü güncesine şöyle yazmış:
“Yarın yeni bir yıl başlıyor diye bir umut var mı içimde? Umut kurulacak, iyi mutlu günler beklenecek yaşı çoktan geçirdim. Kişi, bir beklediği, bir umudu olduğu için değil, alışır yaşamaya da salt o alışkanlıkla yaşar. Sayılı günlerini doldurmak için... Anıların, geçmişi anmanın tadı, güzelliği de bir umut beslememize bağlıdır. Umutsuz kişiye anılar da avunma getiremez, onlar da gözlerini ışıklandıramaz. İki yıllık bir yaşam payı kalmıştı önünde... Altmışına varmadan çekip gitmesine...”
1999’u ben de sevgili Nurullah Ataç’ın şu sözleriyle karşılasam mı?
“Yeni yıl umutlulara mutlu olsun.”
Kaynak: Oktay Akbal, “Kanatlı Sözler Uçar mı?”, Dünya Yayıncılık, İstanbul, Ağustos 2003, ss. 9-10.