Yazar: Adnan Erdoğmuş
Kurulu düzenin içinde bağımsız yaşamak, özgür kalmak. Öyle olduğun gibi, çocuk gibi, çingene gibi. En gülebilen, en canlı, bu zamanda kolay mı?
İnsanla kalabalık caddelere dalsak mutlu yüzler aramaya, en çok çingeneler ve çocuklar ilişir gözlerimize, parlayan gözleriyle, hayatın içinde, hayata bağlı, dolu dolu yaşama sevinçleriyle sanki bir onlar kalmışlardır geriye.
Diğerleri, hepimiz, daha çok düzeni düzenlemekle meşgulüz. Kimilerimiz düzene yama tutmuş, kimilerimiz düztaban, sadece anlık heyecanlara mahkum kalmışız, gözlerimizin farları sönmüş, canlı cansızları oynuyoruz. Bakıldığında o kadar sönük kalıyor ki hallerimiz, öylesine gelgeç yaşar gibi, tektip, işimiz gücümüz olmuş, hepimizde bir düzene uymaca, bir intizam, bir tertip.
Nevi şahsına münhasır insanların sayıları azaldı çevremizde, aynı giysileri giyiyor, aynı dili konuşuyoruz. Gömleklerimiz daraldı, ceketlerimiz üç düğme, toplasak ağızlarımızdan çıkanları ancak yüz kelime: “E-mail’imi aldın mı?”, “Pilim bitti”, “Aynen öyle!” Birbirimize gitgide daha çok benziyoruz, genetik kopyalama insanda tamam, yetmedi koyunları kopyalıyoruz.
Kopyalamakta en çok zorlandıklarımızdır çocuklar ve çingeneler. Tarih boyunca en düzenbaz diktatörlerin ilk hedefleri olmuşlardır onlar. Hitler en başta çingeneleri katletmiştir, Saddam büyümesinler diye Halepçe’de kıymıştır binlerce çocuğa.
Oysa çocuklar oyun oynarlar hayatla, her sabah güneşin doğuşuyla birlikte, bizler kalkamazken yataklarımızdan ve sabah sersemleriyken işlerimizde, bir sert kahve içmeden kendimize gelemezken, onlar sabah serçelerimizdir, erkenden yeniden doğarlar yaşama, neşe içinde, cıvıltıyla.
Her zorluğa karşın hayattan kopmaz çingeneler, güleç yüzlü renkleridir dünyanın, çilli benli yanakları, çatalkarası kaşlarıyla, çile bülbülleridir, hayat dersidir hepimize. Düzen içinde öyle saf, öyle oldukları gibi kalmak istedikçe, coşkularıyla, oyunlarıyla, rahat bırakmayız çocukları kendi hallerine. Etiketlerimiz, sopalarımız hazırdır: Yaramaz çocuk, isyankar, hiperaktif, bak edepsize. Adi çingene, asi çingene, baş belası, hergele. Kim asi, kim kime asi, acaba kim kimi asimile etmekte!
Çingeneler düzenden sürülmek, ayrımcılık uygulanmak; çocuklar düzene sokulmak, hizaya konulmak için vardır. Çingeneler şehir dışına, boş arsalara; çocuklar kalamazlar ana kucaklarında, her sabah içtimaya dizilirler anaokullarında.
Eskiden kendi hallerinde mutlu sokak köpeklerimiz de vardı, vefalı dostlarımızdı, şimdilerde iyice azaldı sayıları, itfa ekipleri görev başında, medeniyet adına! Zamanla haberci güvercinlerin yerini teller aldı, telgrafı hatırlayan varsa teline konacak kuş da kalmadı ve önce kırbaç kırbaç at arabalarına koştuk güzelim atlarımızı, bilselerdi zamanla başlarına gelecekleri, boş yere çekerler miydi o yükleri. Eşekler de güme gitti arada motosiklet sevdasına; artık eşeklerin, atların yerine, eşek şakası gibi öyle çağrılırlar, yüz beygir, dört yüz beygir motorlu arabalar, jipler var.
Arabalar çoğaldıkça, azaldı atlarımız; kendi yarışlarımız yetmedi, atları da yarışlara koşmaktayız. Yavaşlayanlarını sirklerde cambaz atları yaparlar, sırtlarında çingene gençleri, beyaz körük kollu gömlekleri, güvercin takla atarlar. Geriye kalanları, ıskartaları, yaşlıları, güçleri yetmez ki, doyuramaz çingeneler sıska atları, sürerler boş arsalara ve “atları da vururlar.”
Son at arabaları da çingenelerdedir hâlâ, toplasak kaç tane kalmıştır ki acaba? Görürüz seyrek seyrek bir çeyrek kalmış sokaklarımızda: Atın kuyruğunda kırmızı, mavi boncuklar sarılı; at başını almış, nevri dönmüş, rüzgar olmuş solluyor çingene pembesi bir arabayı, arabanın aynasında, belli kocası almış, kocaman bir nazar boncuğu asılı: “Kocanı seveyim, nazarını kovayım, atasın bir yirmilik falına bakayım güzel ablam, şurda üj bej yüzyıl kalmış, epiciğimizin bir sırası var şu dünyada, abe kediler köpekler bile gülecekler halimize, insancıkların yerini alınca robotucuklar!”
Çocuklardır yaşam sevincimiz ve çingeneler ellerinde çiçekler, güzellik satarak geçinirler. En içli şiirleri çocuklar okurlar bayramlarda, kürsüde, protokol huzurunda, hazır olda, gel de unutma! En güzel baladları, şarkıları çingeneler söylerler, en kıvrak danslar eşliğinde, düğün derneklerimizde.
Biz of çektikçe hayata ve rahat battıkça evde işte her yanımıza, tatminsizlik diz boyumuzdan yukarılarda, birilerimiz daha irilerimize birtaraf olmaca, birilerimiz daha güçsüzlerimizi bertaraf etmece, hepimizde iç huzura mazeret hazır, hepsi hayat kavgası adına; onlar barışıktırlar kendileriyle, her daim bir arada: “Ederlezi, ederlezi, Sa o Roma, daje”, en kızgın anlarında, çingene kavgalarında bile, bir durur, bir ara verirler, başlarlar göbek atmaya: “Ade bire, adeyin, döktüreyin biraz, ep beraber, çalasın bir köçek havası: Ringe ringe raja, došo čika Paja, yayaya.”
Nadiren de olsa toplumsal yaşantımızda da vardır çocuk mizaçlı, çingene ruhlu nadide yetişkinler. Sisteme ayak uydurmazlar; çarkların, dişlilerin arasında bükülmezler, kolay şekil verilmezler. Dinlenilse ve anlaşılsalar, hayatın manalı yüzleridir onlar. Ne ki sözleri pek dinlenilmez, anlaşılmazlar. Öyle hemen hizaya girmez, uslu da durmazlar; onlar sorgulamak, değiştirmek için vardır; ruhlarını esarete vermezler. Düzen hazmetmez, kolay sindiremez içine; farklı bir renk görmek, yeni bir söz duymak yerine, onlara da kimlikleri hazırdır: Aykırı adam, cins kadın. Uçuk sanatçı, muhalif aydın. Entel, dantel!
Halbuki: Alimler, selimler. Bilmişler, kendini bilmişler. Büyümüşler, büyümüş de küçülmüşler. Haylaz çocuklar, çingene çalgıcılar. Ellerinde davullar, ziller. Trombonlar, trompetler. Klarnetler, kemanlar. Kolaysa kur bakalım kendine doğaçlama, özgün bir caz takımı. Hizaya sokup bir allegro bir andante marş çaldırmak kolay:
In the deathcar, we’re alive,
In the deathcar, we’re alive,
So come on mandolins, play...
“In the deathcar”, Iggy Pop & Goran Bregovic