Yazar: Adnan Erdoğmuş
Oyuncudur insan. Dinmeyen merakıdır zekasını geliştiren. Azimlidir. Bilek gücünün yetmediği ağırlığı, tutar bir kaldıraç yapar kaldırır; ayaklarının taşıyamayacağı mesafeye tekerleği keşfeder, döndürür hayatın çarkını.
Bilgisinin kaynağı, duyumları yoluyla elde ettiği deneyimleridir. Organlarının yetmediği yerde makineler icat eder: Ses telleriyle erişemediği uzaklıklara telsizlerle ulaşıp haberleşir, kanatları olmasa ne yazar, pervaneli uçak yapar, varır.
Düşünüp taşınır insan. Deneyip yanılır. Olmayanı var eder de, varlık içinde yokluk yaratır. Düşünceden zekaya, zekadan metaya, materyalize eder, değiştirir dünyayı.
Bir de duyularımızın yakalayamadığı; ellerimizle tutup, gözlerimizle göremediğimiz şeyler vardır. Gözlemlerimizden değil, içgüdülerimizden ortaya çıkan. Akıl defterimizden değil, gönül sayfamızdan kopup gelen. Kokusunu hissedip içimize çekemediğimiz; tarifi güç, tanımı zor şeylerdir duygularımız. Aşka kırmızı rengi, hüzne maviyi yakıştırıp, yaşadığımız.
Düşüncelerimizle beslenen aklımız, çoğu kez mantığımızın sınırlarını zorlayan duygusal davranışlarımızı bu yüzden kolay kavrayamaz, bazen onlara ağır basar, köreltir, çoğu mağlup olur, teslim eder kendini. Maddiyat karşısında maneviyat. Kimi zaman karışır aklımız, bocalar, sendeleriz:
Menekşe narindir, küçük bir süzgeçle yavaşça sular, yaprağını usulca okşayıp severiz; çam korusu ferahlık yayar, vurup beline kazmayı iki gökkafes daha dikeriz. Evimizde beslediğimiz muhabbet kuşlarına hiç toz kondurmaz, ihtimam gösterir, sohbet ederiz; her kuşun eti yenmez, bıldırcındır lezzetlisi, sapanla vurur, kömür ateşinde pişirir, afiyetle yeriz. Duygularımızla zekamızın birbirine karıştığı yerlerde vahşet ve zarafet böyle iç içe yaşanır, her daim farkına varamayız.
Düşüncelerimizin hangi ihtiyaca hizmet edeceğini bilip, gözle görülür sonuçlar üretebilir, üzerine tartışabiliriz. Hislerimize kolay, anlaşılır anlamlar yükleyip, sorgu sual edemeyiz:
Bağrı yanık bir sevgilinin aşkına olan koşulsuz sevgisinin, sokakta rastladığımız bir kedi yavrusuna beslediğimiz merhametin, eski bir dostumuza yıllar sonra gösterdiğimiz vefa duygumuzun kaynağı nedir?
Bizi biz yapan bu hasletlerimiz, duyu organlarımızdan değilse, nereden beslenmektedir, bilemeyiz. Ya kötü hislerimiz! Onları nasıl peydahlamaktayız? Atomu çekirdeklerine ayırıp çıtlattık da, henüz bunu çözemeyiz:
Bütün duygularımızın kaynağı kalptir derler eskiler: Ne ki, damarlarımızda akan kanlarımızla beslenen emme basma bir tulumbanın bu manada işlevi ne olabilir ki? Edilgendir o, en fazla atışları değişir, sıkışır, ferahlar, duygularımızı doğurmaz, nabzını tutar, tepki verir!
Psikoestetikçilere göre aslolan kalp değil beyindir: Bir mantık abidesi olan üst beyine karşın alt beynimizdir tüm duygularımızın kaynağı: Bilimadamlarının elinde loblara ayrılan beynimiz, altı üstü kaç gram, tüm sevinçlerimizi, tutkularımızı, acılarımızı löp löp nasıl taşımaktadır?
Taocular, duygularımızın varlığını bütün organlarımıza topyekûn bağlamakta, organlarımızın sağlıklı olmaları halinde cesaret, sakinlik, mutluluk gibi olumlu; sağlıksız olmaları halinde hüzün, keder ve yakınma benzeri olumsuz duygular doğurduğuna inanmaktadırlar. Buna göre: Vücut organlarımız ara sıra bir araya toplanmakta, çin çin, eşref saati geldi, organize olup eğlenmekte, kederli hallerimize ise organik suç çeteleri yol açmaktadır!
Nöro Linguistik Programlamacıları dinlersek: Nöro, beş duyumuz aracılığıyla dışarıdan bize ulaşan verileri algılamak ve bunlara tepki vermekten oluşan nörolojik faaliyetlerimizin, tüm davranışlarımızın kaynağıdır. Linguistik ise, düşüncelerimizi ve davranışlarımızı düzenlemek ve hem kendimizle, hem de başkalarıyla iletişim kurmak için dilimizin nasıl kullanıldığıdır. Düşüncelerimizin ve tepkilerimizin çoğu robotlaşmıştır. Duygularımızın da bir kısmı ya dondurulmuş ya bastırılmıştır. Geriye kalan şey programlamadır: Öyleyse oturup yeni bir yazılım yazmamız, bir yerde bir “bug” çıkarsa, donanıma kusur bulmamız gerekmektedir!
Bir de hissi dünyamızı sinir hücrelerimize dayandıran sinir mütehassıslarımız vardır: Dışa vurduğumuz her duygunun, ortaya koyduğumuz her davranışın kaynağı sinir sistemimizdir. Misal olarak, cinsel duygularımız, bu mütehassıslarımıza göre sinir sistemimizle alakalı bu hissiyatımıza iyi bir örnek teşkil etmektedir. Zira cinsel hazza ulaşmamızın esas nedeni, vücudumuzun bazı bölgelerinde çok sayıda sinir uçlarının bulunmasıdır: Gül kokulu yarin dudağına bir masum öpücüğü kondururken, aşkmış, sevgiymiş hepsi hikaye, aslında sinir harbi yaşanmaktadır!
Nihayet, akıl ile duyguyu birbirinden ayırmaya kıyamayan duygusal zekacılarımız vardır: Bu iş tamamen bir yaşam becerisidir. IQ kadar EQ da önemlidir. Yaşamı sadece akılla değil, duygularla işbirliği yaparak yönlendirmek ve yürütmek icap etmektedir. Bizler ne kadar çok duygularımızın farkında olur, onları tanır, faydalanmayı bilirsek, hayatta o denli başarılı ve mutlu oluruz: Ortaya koydukları formül bu kadar basittir, sunulan, iki ucu sihirli değnektir. El işte, akıl oynaşta olmaya; madem bir gövdede iki kolumuz var, zekamıza da bir Q yetmez, iki Q birden gerekmektedir!
Söylemesi kolay bütün bunları, inanması paralıdır. İş artık ticarete dökülmüş, eğitim seminerleri uydulardan bağlantılıdır. Erken kayıtlara ve gruplara indirim varsa da son gün tek gelenlere epey bir pahalıdır. NLP kitapları sahaflara düşmüş, zaman şimdi “Reiki” zamanıdır!
Kimiciği kafamızı bulandırmakta, kimiciği durulamaktadır. Hepiciği bir güzel hesabını bilip, kitabına uydurmaktadır. Hayatın özünü bu kadar sorgulamak, şemalara ayırıp, tekniğe dönüştürüp satmak birilerine meziyet olurken; içimizden geldiği gibi, olduğu üzere, gönlümüzce yaşamak artık bize eziyettir.
Gönül adamıdır Hayyam, kalkıp para isteyecek değil ya, yükte hafif pahada ağır olsa da konu, yazının sonunu bedavaya getirmeliyiz. Bakınız şu iki rubaisi arka arkaya dizilince, herşeyi özetlemektedir:
Bu varlık denizi nerden gelmiş bilen yok;
Öyle büyük bir inci ki bu büyük sır delen yok;
Herkes aklına eseni söylemiş durmuş,
İşin kaynağına giden yolu bulan yok.
Varlığın sırları saklıdır, senden, benden:
Bir düğüm ki ne sen çözebilirsin, ne ben,
Bizimki sahne arkasında dedikodu:
Bir indi mi perde, ne sen kalırsın ne ben.
Ömer Hayyam