Yazar: Nâzım Hikmet
Kurbağayı bilirsiniz: Patlak gözleri, gövdesine göre şişko karnı, durup dinlenmeden boyuna cırlayan, boyuna bir nargile gibi takırdayan sesiyle sevimli bir hayvan değildir pek.
Öküzü bilirsiniz: Gördüğünü bir saat sonra kavrayabilen donuk, boyası soluk gözleri, böbürlenmekten ağır boynuzlarını taşıyamayan hantal kafası, boyunduruğa alışkın kalın boynu, salaklığı ve kofluğuyla, pek de cana yakın bir hayvan değildir.
Masalı da bilirsiniz: Kurbağa derede çimerken, ötede salına salına otlayan koca bir öküz görür. Öküzün kılığına, kalıbına imrenir. Niçin ben de böyle iriyarı, koskocaman olmayayım? der, başlar derenin suyunu içmeye. İçer de içer. Sonunda çat! diye, içine çok üflenmiş balon gibi çatlayıverir.
Kurbağa, gözü yukarıda olduğu için böyle çatlamış, derler. Hayır öyle değil!.. Kurbağanın başına bu iş, isteye isteye öküze benzemek istediği için gelmiştir.
[Orhan Selim / Akşam gazetesi, 24.4.1935]
Kaynak: Nâzım Hikmet, “Masallar, Hikâyeler 3”, YKY, İstanbul, 2006, s. 181.