Yazar: Aysun Babacan
Küba güneyi Karayip Denizi’ne, kuzeyi ise Atlantik Okyanusu’na bakan bir ada devlet. Yüzölçümü, Kıbrıs adasının on katı kadar (110.860 kilometrekare). Sınır komşusu, adanın doğu ucundaki dillere destan Guantanamo’daki ABD Donanma Merkezi. Yıllar önce kiralanmış olan bölge, Castro’nun zamanı gelmeden sözleşmeyi iptal etmesine karşın ABD tarafından kullanılıyor.
Okuma yazma oranı: %97. Bebek ölüm oranı: %0,006. Ortalama ömür: Erkeklerde 77, kadınlarda 80. Nüfus dağılımı: %51 melez, %37 beyaz, %11 siyah. Başkent: Havana.
Küba gerçekten farklı, hatta tuhaf bir ülke. Bu sıfatları daha çok olumlu çağrışımlarıyla kullanıyorum. Küba’nın yakın tarihi ise heyecanlı bir siyasi-tarih belgeseli gibi.
Küba fosil yakıtlara dayanan ziraat ekonomisinden çıkıp kendi kendine yeten bir toplum olmaya odaklanmaya geçişin en kayda değer örneği. Bunu da nispeten geri kalmış ve dünyadan bağlarını koparmış olmasına borçlu. Petrolün sonuna gelmiş endüstrileşmiş toplumların bugün gelip dayandığı nokta bize pek çok şey gösteriyor. Küba’yı anlamak için Küba devriminden bu yana Küba’nın izlediği garip yolu da bilmek gerek.
1959 devriminden sonra Küba dünyanın diğer ülkelerinde olduğu gibi endüstriyel tarım yöntemlerini yoğun bir şekilde kullanmaya başladı. Modernleşme bunu gerektiriyordu: akılcı tarım, daha çok ürün yetiştirip ülke dışına da satmak demekti. Dizel yakıt, suni gübre ve böcek öldürücüler ucuzdu. Küba eski Sovyetler Birliği’nin müttefiki olmuştu. Sovyetler Birliği kendi hidrokarbon rezervlerinden Küba’ya sübvanse petrol ve zirai kimyasallar vermeye başladığında Küba zengin zirai planlarından vazgeçti.
Bir tek istisnayla. Küba silahlı kuvvetleri, Küba’nın her an bir ambargo altına gireceğine inanıyordu. Küba’nın askeri liderleri böyle bir ambargoda en önemli tehlikenin tıbbi ürünlere ve ilaçlara erişimin kesilmesi olacağını düşündüler. Çünkü bunların hepsi Sovyetler Birliği’nden ithal ediliyordu. Bunun üzerine askerler bitkisel tıbba dayanan bir laboratuar kurarak Küba’da bulunabilecek her türlü bitkinin ecza malzemesi olarak kullanılabilirliğini araştırmaya başladılar. Bunun küçük ama son derece öngörülü bir çaba olduğu ortaya çıkacaktı.
1989 yılında Sovyet bloku çöktüğünde, Küba artık sübvanse edilmiş yakıt ve gübreye ulaşamaz olduğunu gördü. 1993 yılında ekonomik faaliyetler yarı yarıya düştü; öyle ki, yaşadıkları kriz Amerikalıların 1929’daki Büyük Bunalımı’nın iki katından fazlaydı. Küba’nın garanti dediği şeker pazarı yok oldu ve ithalat yapabilmelerini sağlayacak para da böylece ortadan kayboldu.
Ülke fosil yakıtlara dayanan ihracat odaklı tarım yönetimini bırakmak ve artık yeni fosil yakıtlar bulup sadece kendini doyurmaya çalışmak zorundaydı. Kübalı vizyoner tarım bakanları bir öneride bulundular: Az masraflı, organik yiyecek denemeleri zaten uzun zamandır yapılıyordu; bunu bütün ülkeye yaydılar; üretilen her şey ülke içindeki insanları doyurmak için kullanılmaya başlandı. O yıllarda Küba’nın yardımına hiçbir ülke koşmadı; hatta, ABD ambargosunu daha da sıkılaştırdı.
Bugün ziraat ekonomisi son derece iyi durumda; yüzde doksan organik yiyeceğe dayanıyor ve ülke halkını doyurmak için kullanılıyor. Bu sayede, yiyecek açısından Küba tamamen kendi kendine yeter hale geldi. Silahlı kuvvetlerin yıllardır üzerinde özenle çalıştığı bitkisel tıp, Küba tıbbının temel dayanağı oldu.
Özel arabaların sayısı düştü ama onun yerine toplu taşım olanakları iyice artırıldı. İnsanların çoğu tarlalara döndü ve çiftçi olarak gayet iyi bir hayat yaşamaya başladı. Havana kenti devasa bir yiyecek bahçesi haline geldi.
Küba’da ziraatın bu kadar iyi ve bu kadar çabuk değişebilmesinde Kübalıların bilimsel çalışmaları ve yetenekleri en büyük rolü oynadı. Küba’nın nüfusu, Latin Amerika nüfusunun sadece yüzde 2’si olsa da, kıtadaki tüm bilim adamlarının yüzde 11’ini Kübalılar oluşturuyor. Peki bu bilim adamları böylesine muazzam bir dönüşümü etkilemek için nereden ipuçları aldılar? Ülkenin eski campasino’larından. Los campesinos, yani “küçük çiftçiler”, hayvan gücü kullanarak ve fosil yakıtlar veya böcek öldürücüler kullanmadan ürün yetiştiriyorlardı. Aslına bakılırsa, organik ve modern tarım aletleri olmadan Küba adasında ürün yetiştirme konusunda yüzyıllardır biriktirdikleri bilgilere sahiptiler. Ve bu çiftçiler diğerlerine masrafsız ürün yetiştirme konusunda öğretmenlik yaptılar, bilgilerini aktardılar.
Küba toplumunun diğer nitelikleri de düşük enerji tüketen bir toplum olma yoluna gidişte önemli rol oynamıştır. Fidel Castro döneminde sağlık ve eğitim standartları çok yükseldi ama ülke hiçbir zaman tüketici kültürünü benimsemedi. Elbette Amerikan ambargosu ve Küba’nın dünyadaki ticari akımlardan etkilenmemesi de buna çok yardımcı oldu. Bugün yollardaki arabaların çoğu (Krizden öncesine nazaran çok az sayıda araba var) 1959 yılından kalma. Modern araba kültürü de Küba’da asla yaygınlaşmadı. Ama bugünlerde durum değişeceğe benziyor.
Jesus (Küba’da tanıştığım bir denizci), gittiği ülkelerde insanın insana duyarsızlığına çok şaşırdığını anlatmıştı. Bu yüzden evlenerek Küba dışına çıkanların bir süre sonra acımasız modern kültüre ve modernleşmenin, endüstrileşmenin, rasyonelleşmenin yarattığı her sahada rekabete, insanın, duyguların metaya dönüşmesine dayanamayıp döndüğünü çok duydum. Bunun istisnaları da olabilir, tabii.
Küba’nın en büyük özelliği uzun vadeli planlar yapabilmesi. Diğer ekonomi sistemlerinde olduğu gibi anlık ve büyük kazançlar peşinde koşmaması. Dünyada bir tek Küba, bir gecede bütün petrol yardımının kesilmesi gibi bir olay yaşayıp bundan sıyrılmayı becerebilmiş bir ülke. Ve dünya tarihindeki en katı ve en uzun ambargo Küba’ya uygulanıyor. Elektrikli/Akülü araba üretme tesisleri gördüm.
Hugo Chavez'in sübvanse petrol ihracatı, Küba’nın yine petrole dayalı bir yola girmesine yol açabilir. Ama şu anda bu yardımlar daha çok ülke dışında yatırım yapmak için kullanılıyor. Yani Küba’yı küresel ticari sistemle daha çok bağlayan ve dolayısıyla kendi kendine yeterliğini ve sürdürebilirliğini yok edecek bağlantılara yol açıyor.
Burada çok ciddi bir konu daha var; o da ülkenin yabancı turizme giderek daha çok bağımlı olmaya başlaması. Yabancı turizmini başlatan da ülkede petrolün ve dolayısıyla taşımacılığın çok ucuz olması. Hükümet bu alana sürekli yatırım yapıyor gibi görünüyor; sanki gelecekte petrole ulaşma meselesi dünyanın değil sadece kendisinin meseleymiş gibi bakıyor. Fakat turizmden elde edilen gelir Küba için kullanılıyor. Eski Havana’daki sömürge mimarisi restore ediliyor. Havana ve çevresi dünyanın en büyük mimari yapı bahçesi haline gelmiş. Dünyadaki en büyük kültür mirası burada korunuyor. Hem de çevreye en az zarar veren yollarla yapılıyor.
Son yıllarda turistik beldelerdeki otelleri yabancı ülkelere ait şirketlerle paylaşmaya başlamışlar. Ama yabancı ortağın payı asla yüzde 49’u geçemiyor.
Küba toplumunun en modern yanı sağlık sistemi ve eğitim sisteminde görülebiliyor. Herkesin istisnasız ücretsiz tıbbi yardım alması sayesinde, Özel Dönem denilen dönemde Küba’da bir sağlık felaketi yaşanması engellenmiş. O yıllarda Küba nüfusunun ortalama 10-11 kg kaybettiği saptanmış (Puantiye elbiseli, devasa popolu, dünya tatlısı Kübalı kadınlar daha çok küçük heykelciklerde görülüyor) fakat tek bir yaygın hastalık yaşanmamış. Ücretsiz eğitim sayesinde Küba kendi ihtiyacından çok daha fazla bilim adamı ve doktor yetiştiriyor. Doktorların çoğu dışarıda çalışmaya gidiyor. Fakat bilim adamlarının bolluğu sayesinde daha sürdürülebilir tarım yöntemleri konusunda da sürekli araştırmalar yapılıyor, yeni bir şeyler bulunuyor.
Gelişme bizim gözümüzde sadece bize ait bir eve sahip olmak, özel taşımacılık, özellikle kendi özel aracımıza sahip olmak, kent dışında güzel evlere, yazlıklara sahip olmak, giderek küçülen ya da kötüleşen toplu taşıma sistemleri, kıtı kıtına yeten stoklar, kritik malların imalatını ve yiyecek üretimini dış kaynaklardan karşılamak ve acımasız bir bireysel mali başarı yarışmasına girerek insan ilişkilerini ve toplumsal sorumluluk duygusunu unutmaya başlamak.
Elbette bütün bunlar modern endüstriyel toplumları (başta petrole dayalı endüstrisiyle ABD) tanımlayan özellikler. Bugün Küba’da her lise öğrencisi organik yiyecek yetiştirmeyi öğreniyor. Türkiye’nin büyük kentlerinde bizler organik yiyecek üretmeyi bilmiyoruz. Gitgide daha çok fast food lokantalarına veya bizler için yiyecek üreten süreç ve işlemlere bağımlı hale geliyoruz. Belki son yıllarda organik gıdayı öğrenenlerin sayısı artıyor ama hayvan gücüyle tarım yapma yöntemleri ancak uzak köşelerdeki birkaç köyde bilinen ve meraklısının ulaştığı bir bilgi haline geldi.
Sağlık sistemi (ülkemizde ancak emekliler ve çalışanların çok da kolay olmayan yollarla ulaşabildiği sağlık sistemi) ise giderek özelleşiyor.
Gelişmiş ülkelerdeki gibi taşımacılıkta giderek daha çok özel araç kullanmaya yöneliyoruz. Rusların çoğu hâlâ toplu taşımacılık sistemi kullanıyor. Sovyet sisteminin çökmesi bu durumu hiç etkilememiş. Bizlerse özel araçlar edinmeye ve petrol tüketmeye daha ne kadar devam edebileceğiz, bilinmez.
Küba ve Rusya gibi ülkelerde hâlâ eğitim ücretsiz. Bizlerin geleceğe ne kadar hazırlandığımız ise bir başka bilmece. Bir yandan Yaratılış-Darwin kavgaları yapılırken organik bahçecilik gibi bir şeyin okul müfredatlarımıza girmesi bile hayal edilmeyen bir şey. Onun yerine küresel ekonomide yarışmayı öğreniyoruz. Onu da acaba öğrenebiliyor muyuz?
Bilinen o ki, hidrokarbonlara dayalı olmayan sistemler ciddi bir yaşamsal krizde en az etkilenecek toplumların sistemleri olacak. Bu nedenle Küba’dan öğrenecek çok şeyimiz var.
Mesela kendimize zaman ayırmak? Mesela stresten kurtulmak? Mesela kendi kendimizin “yaşam koçu” olmak. Sürdürülebilir X, Y, Z’yi bulmak. Çevreyi korumak. Ev kredisi, tüketici kredisi, taşıt kredisi, internet saplantısı, cep telefonu modeli yenileme kaygılarından kurtulmak…
Küba. Nüfus: Yaklaşık 11 milyon (İstanbul’un zorladığı sınır). Dili: İspanyolca. Sahil şeridi 3,735 km ve en yüksek kalite ince kumdan. Ve bu ülke göçmen almıyor…
*Bilgilerin bir kısmı için kaynak: www.ulkeler.net; Resource Insight: Kurt Cobb