Yazar: Pelin Narin Tekinsoy, Yaşam Koçu
Konu “kıskanmak” yani soyut bir kavram olunca, ilk olarak Türk Dil Kurumu’nun (TDK) vazgeçemediğim sözlüklerinden yararlanmak istedim. Bazen her an kullandığımız ya da manasını çok iyi bildiğimiz sözcükleri birisi bize sorduğunda cevap veremeyecek duruma düşebiliyoruz. Ya konuyu çok iyi bildiğimizden (Araştırmalar çok iyi bildiğiniz bir konuyu anlatmanız istendiğinde nereden başlayacağınızı bilemediğinizi gösteriyor.) ya da anlamını hiç bilmediğimizden cevap veremiyoruz. TDK’ya göre KISKANMAK; “1) Sevgide veya kendisiyle ilişkili şeylerde bir başkasının ortaklığına, üstün durumda görünmesine dayanamamak, 2) Herhangi bir bakımdan kendinden üstün gördüğü birinin bu üstünlüğünden acı duymak, günülemek, haset etmek. 3) Esirgemek, çok görmek. 4) Bir şeye, en küçük saygısızlık gösterilmesine bile dayanamamak 5) (mecaz) Yerinde olmayı istemek, imrenmek” demek. Gördüğünüz gibi, TDK bile “bir seçenekte” açıklayamayıp beş ayrı şekilde ifade etmeye çalışmış kıskançlığı. Ama buna rağmen, hepsinin ortak ifadesi, “sevgi” ile ilgili davranış biçimleri ve birbirimize ifade ettiğimiz duygular.
Genellikle ilişkilerimizde hep mantıklı sebepler ararız; elle tutulur, gözle görülür şeylerle ikna olmak isteriz. Yaptıklarımızı, son zamanlarda “analitik” diye ifade ettiğimiz terimlerin üzerine oturtmak isteriz. Ama iş sevgiyi ifade etmeye geldiğinde, bunu öğrendiğimiz şekilde uygularız. Çünkü “sevgi”nin başka bir şekilde ifade edilebileceğini düşünemeyiz. Karşımızdaki de onun gibi sevdiğimizi zanneder çoğu zaman. Sevginin miktarı sorulduğunda, hiçbir ölçü birimiyle ölçemediğimiz ya da derecelendiremediğimiz bir şekilde tanımlamaya çalışırız. Çocukluğumda bana “… ne kadar çok seviyorsun?” diye sorduklarında, birini kucaklamaya çalışırken iki kolumun hiçbir zaman birbirine kavuşmadan birilerini sarmalamaya çalıştığımı hatırlıyorum.
Küçük çaplı bir araştırma sonucu, kıskanmak, çoğunlukla en basit manada, “karşı cinsten iki kişinin birbirlerine olan sevgileri neticesinde gelişen bir durum” olarak algılanıyor. Aslında, herhangi iki kişi (anne ve çocuk, öğretmen ve öğrenci, iki yakın arkadaş, vb.) arasındaki duygusal birlikteliklerle yaşanan bir durum demek daha doğru olur.
“Herhangi bir bakımdan kendinden üstün gördüğü birinin bu üstünlüğünden acı duymak, günülemek, haset etmek” olunca durum, birinin son model arabası, çocuğunun başarısı, birinin eşi, diğerinin işi bazen bir “tek taş” veya bunun gibi peş peşe akla gelen pek çok şey kıskanmak için neden olabiliyor. Çiftler arasında, işyerinizde, iki kardeş arasında çıkan çatışmaların sebebi. Neden biri diğerinden üstün gösterilir ya da kendini üstün görür? “Ben önemliyim, ben değerliyim” düşünceleri oyununun bir parçası halinde beliriverir. Neden tek başımıza hareket ederken, başarılarımızı rahatça birbirimizle paylaşamayız? Hep bir korku vardır içimizde paylaşmaya dair. “Ya haset ederse” deriz? Bir şeyler yapmak/olmak isteriz ama ya engellenirsem diye düşünürüz. “Aman nazar değmesin!” isteriz. Kıskançlık nerede ilişkilerimize saldırır? Hayatımıza nasıl sirayet eder, nasıl vukuu bulur? Bu durum ne zaman doğdu ya da belirdi bilincimizde, ne zaman yeşerdi, kök saldı benliğimizde? Neden insan güçlü olmaya veya görünmeye ihtiyaç duyar? Gücün birlikten doğduğu öğretilmişken neden güç birden kişisel bir oyuna döner? Güçlü olmak, kaybetmemek, başarıların arkasına sinsice eklenen gizli yaftalarımız ve takıntılarımız... Kendimizi diğerinin sevgisine layık/değer görmek, istemek... Dışarıdan her şeye sahip göründüğümüz bir durumda kaybetme korkumuzu tetikleyen, “Onda var bende niye yok”, “O yaptı ben niye yapamıyorum” gibi soruların kafamızdan geçmesine sebep olan ne? “Seni seviyorum” dediğimiz kişileri niye kıskanırız? “Seni seviyorum” demek niye zor çıkar ağzımızdan, niye bunu yapmak için düşünürüz? İç sesimiz “Şımarmasın diye söylemiyorum” diye bizi ikna eder. Ya da patronunuz “Başarısını söylersem performansı düşebilir” der. Gerçekten böyle mi? Sadece benim olsun mu isteriz? Her şey paylaştıkça çoğalıyorsa, neden sadece kendine saklamak ister her şeyi insan ve buna “Üzülmek istemiyorum” bahanesi eklenir?
Çocukluğumuzda giydiğimiz kıyafetlerin markaları önemli miydi? Peki ya yaşadığımız evin büyük ya da küçük olması? Bahçeli ya da garajı olması ne demekti? Sandalyelerin çevresinden dolanır, nefes nefese kalıncaya kadar koşturmaktan başka ne düşünürdük? Hangi okula gideceğimiz bize sorulur muydu? Yabancı dili ana dili olarak evde çocukluğu itibariyle konuşan arkadaşlarımızla “Bir lisan bir insan” şeklinde büyürken, daha sonra bunların bize karşı kullanılacak kıskançlık malzemesi ya da olmazsa olmaz kuralı haline gelebileceğini nasıl bilebilirdik? Hepimiz, dünyaya gelirken özümüzde var olan doğal özelliklerimizin arasında, kıskanmayı ne zaman kendimize zararlı hale getirmek için kullanmayı öğrendik? Güçlü olmak adına çıtaları kim belirledi ve bizleri kıskanma çılgınlığına kaptırıp şuursuzca bir yerlere savurmaya başladı?
Sadece kıskanmak dersiniz ama altından neler çıkıyor konu derinleştikçe. Ama bu durumun iyi halleri de vardır. Yapabilene!
Kıskanma durumu kıskançlık duygusuna dönüyorsa, aşırıya kaçmadığında yararlı bile olabilir. Kıskançlığın zarar vermeyen şekli başarıya götürebilir. Kişi daha fazla öğrenme, daha iyi olabilme çabasıyla kendine yatırım yapabilir. Çünkü bir şeye ulaşmak için birini model alırken, kişi kendiyle yarışabilir. Kişi kendiyle yarışırken, başarı, ilişkiler ve birçok şeyi arkasında getiriyorsa, kıskançlık hırsı tetiklemekle beraber faydalı olabilir.
Eğer kıskançlık durumu kontrol dışına çıkarsa, fazla merak, fazla sorgulama ve aklımıza bile gelmeyecek, zaman içinde tanık olabileceğimiz pek çok durumu yaratabilir. Bu durumla, karşımızdaki kişi/kişiler tarafından anlamlandırılamayan ve manasız gibi görünen tavırlara, hatta travmalara bile götürebilir insanı. Arabanız, okuduğunuz okul, yaşadığınız muhit, evinizdeki eşyalar önümüze bahane olarak gelebilir manasızca. Tüm bu durumlar ne zaman kıskanmak için koşulları oluşturdu?
Kişi niye kıskanır? Kimi kendisinde olmayan bir şeyin bir başkasında olduğunu fark edince, kimi sevgisini, kendisi için değerli olanı paylaşmak istemediğinde kıskanır. Biri başkasının başarısını, birisi imkanlarını, diğeri de yaşadıklarını ya da yaptıklarını kıskanabilir. Yaşadığı ana gelene kadar neden onda olmadığı ya da bunları yapamadığını sorguluyor olabilir. Bazen insan, bütün bunlar oluyorken, yaşanan tecrübeler görülmeksizin, sadece var olandan hareketle, düşüncesizce kıskanır. Belki de gerçekten kıskandığımız şeylerin arkasında ödenen bedellerin ne olduğunu bilsek hâlâ kıskanmaya devam eder miydik? Her zaman elimizde olanın farkında olmadan diğer kişileri kıskanırız ve birbirimizle karşılaştırırız. Bunu kendi kendimize yaparız. Acaba gerçekte, biri diğerinin imkanlarında olsaydı, kıskandığı kişi gibi davranabilir miydi? Bunu hiç düşünmeyiz.
Bugünlerde yaptığım çalışmalarda, bu hisse dayalı olarak, etrafımda, gücü elinde tutmak isteyenlerin birbirlerine olan davranış ve tavırlarına tanık oluyorum. Kaç yaşında olursanız olun, neyi tecrübe ediyorsanız edin ve hayatta şu ana kadar ne biriktirmiş olursanız olun, insan olmayı deneyimlemek için bu durumunuzun değerlendirmesini gerçekçi bir şekilde gözden geçirmediğiniz sürece karşılaşacağınız sonuçların pek de iyi olmayacağı kesin. Kendimizi her konuda kontrol edebilmemiz için kullandığım bir yöntemi, kıskanma konusunda da paylaşmak isterim. Bu durumu kontrol edebilmek için her zaman yararlandığım bir durum olan “yansıma” oyunundan faydalanabiliriz. Kimi buna ayna der, kimi de sudaki yansıma. Her ikisinde de sizi size gösteren bir durum vardır. Eğer karşımızdaki kişide bunu hissediyorsak, hemen kendimize bakmalıyız. Çünkü ayna önünde ne duruyorsa onu gösterir. Karşımızdaki tarafından nasıl algılanıyorsak, bize de öyle davranılıyordur. Az ya da çok. Böylece, karşımızdaki kişi vesilesiyle kendimizi kontrol edebiliriz. “Durumu kontrol ettim, fark ettim ama bende böyle bir his yok,” diyorsanız, o zaman da bulunduğunuz durumda nelere sahip olduğunuzu göstermek için etrafımızdaki kişiler bize yardımcı olacaklardır.
Her insanda “yeni” bir “dünya”, her “dünya”da yeni bir “ben” bulmak adına...
İletişim için: yaşam.kocu@yahoo.com