Yazar: Marshall Goldsmith & Mark Reiter
Dinlemek, aynı zamanda, konuşmadan önce zor bir soruyu cevaplandırmamızı gerektirir: “Bunu söylemeye değer mi?”
Çoğumuzun dinlemekle olan problemi şu ki, güya dinlemek, sözleri karşısında muhatabımıza ne söyleyeceğimizi düşünmemizi engelleyecek derecede bizi meşgul eder.
Bu, aynı anda iki olumsuz şey demektir: Muhatabınızı dinlememekle kalmaz, konuyla alakası olmayan, anlamsız ve en kötüsü de ortamı geren yorumlar yaparak onu sinirlendirebilirsiniz de. Bu, dinlemekle elde edilmek istenen sonuç değildir. Bu yolda devam ederseniz, dinlemekle herhangi bir derdiniz kalmaz -çünkü artık hiç kimse sizinle konuşuyor olmayacaktır.
Birileri bize bir şeyler anlattığında zihnimizde, tepkimizi belirleyecek bir seçenek menüsü belirir. Bazı olası tepkiler zekicedir; bazıları aptalca. Bazı tepkiler yerindedir; bazıları konuyla alakasız. Bazı tepkiler muhatabımıza güç verir; bazıları sinmesine neden olur. Bazıları, kendini daha iyi hissetmesini sağlar; bazıları sağlamaz.
Kendinize “Bunu söylemeye değer mi?” diye sormak sizi, tepkinizi duyduktan sonra muhatabınızın kendini nasıl hissedeceğini göz önünde bulundurmaya iter. Önünüzdeki en az iki adet hamleyi kafanızda tasarlamanızı sağlar. Bunu çoğu kimse beceremez. Siz konuşursunuz. Karşınızdaki konuşur ve böyle sürer gider -tıpkı bir hamle sonrasını düşünmeyen yeni yetme satranç oyuncuları gibi bir ileri bir geri. Bu, satrancın en düşük seviyesidir; tıpkı dinlemenin en düşük seviyesi olduğu gibi. “Bunu söylemeye değer mi?” diye kendinize sormak, (a) muhatabınızın sizi nasıl gördüğünü, (b) bir sonraki hamlesinin ne olacağını ve (c) bir sonraki konuşmanızda size nasıl davranacağını göz önünde bulundurmanız için diyaloga çok daha geniş bir çerçeveden bakmanızı sağlayacaktır.
Bunlar, kendinize “Bunu söylemeye değer mi?”yi sormanın önemli getirileridir.
En son, bir toplantıda bir fikir ortaya attığınız ve odadaki en yüksek kademeli kişinin (diyelim ki o kişi siz değildiniz), böyle bir şey söylemiş olduğunuzdan dolayı sizi yerden yere vurduğu bir anı düşünün. Öne sürdüğünüz fikrin aptalca olup olmaması ya da muhatabınızın gösterdiği tepkinin mükemmel -veya tam tersi- olup olmaması önemli değil. Sadece o anda nasıl hissettiğinizi hatırlayın. Muhatabınızın sizin gözünüzdeki değeri yükseldi mi? Sahip olduğu mükemmel dinleme kabiliyetine bir kez daha mı hayran kaldınız? İşinize karşı konulmaz bir hevesle geri dönmeniz için sizi gaza mı getirdi? Bahsi geçen şahsın bulunduğu bir sonraki toplantıda bir daha söz almak için inanılmaz bir istek mi duydunuz? Kalıbımı basarım ki vereceğiniz bütün cevaplar hayır, hayır, hayır ve hayırdır.
İşte kendinize, “Bunu söylemeye değer mi?” diye sormadan tepki vermenin sonucu budur. Karşınızdaki kişiye sırf kendisini dinlememiş olduğunuzu düşündürtmekle kalmaz, üç halkadan oluşan bir sonuçlar zinciri kurmuş olursunuz: karşınızdaki kişi, (1) incinmiştir; (2) kendisini incittiğiniz için size karşı kötü duygular besler (yani, sizden nefret eder) ve (3) verilen negatif bir tepkiye karşılık bekleneceği üzere, böyle bir olayı tekrarlamak istemez (yani, bir dahaki sefere sizinle konuşmaz).
Bu şekilde davranmaya devam edin ve bakın ne oluyormuş: Herkes sizin tam bir ahmak olduğunuzu düşünecektir (tam olarak yıkıcı olmasa da kesinlikle iyi olmayan biri olduğunuzu). Sizin için ellerinden geleni yapmayacaklardır (ki bu, bir lider olarak bilinirliğinizi zedeleyecektir). Ve sizinle fikir paylaşımında bulunmayı keseceklerdir (ki bu da sahip olduğunuz bilgi kaynağınızın azalması demektir). Bu, başarılı liderlik için pek de uygun bir formül sayılmaz.
Danışanlarımdan biri, multi milyar dolarlık bir şirketin COO’suydu (ve şimdi de CEO’su). Hedefi, çok daha iyi bir dinleyici olmak ve çok daha açık fikirli bir patron olarak görülmekti. 18 ay boyunca birlikte çalıştıktan sonra ona, bu deneyimlerden çıkarmış olduğu temel öğretinin ne olduğunu sordum. Dedi ki: “Konuşmaya başlamadan önce, derin bir nefes alıyorum ve kendime tek bir soru soruyorum: ‘Bunu söylemeye değer mi?’. Söyleyeceklerimin yüzde 50’sinin -belki- doğru olabileceğini fakat bunları söylemeye çok da değmeyeceğini öğrendim.”
O, Frances Hesselbein’ın bildiği şeyi öğrenmişti: İnsanların bizi nasıl bir dinleyici olarak gördüklerinin büyük bir kısmı, kendimize sorduğumuz “Bunu söylemeye değer mi?”nin akabinde verdiğimiz ivedi kararla şekillenir. Konuşuyor muyuz yoksa sessiz mi kalıyoruz? Münakaşaya mı giriyoruz yoksa sadece “Teşekkür ederim” demekle mi yetiniyoruz? Araya çok da gerekli ve konuyla ilgili olmayan iki laf mı sıkıştırıyoruz yoksa dilimize hakim mi oluyoruz? Yapılan yorumları yargılıyor muyuz yoksa sadece olduğu gibi kabul mü ediyoruz? Bir toplantıda nelerin söylenebileceğini size anlatmak bana düşmez. Demek istediğim tek şey şu ki, ağzınızdan çıkacak sözün söylenmeye değer olup olmadığını göz önünde bulundurmalısınız -ve eğer söylenmeye değer olduğunu düşünüyorsanız, özgürce konuşun. İşte bu, danışanımın kavramış olduğu şeydi. Sonuç olarak, daha iyi bir dinleyici ve açık fikirli bir patron olarak kazandığı skorlar aldı başını gitti. Ve CEO’luğa terfi etti.
Konuşmadan evvel kendinize “Bunu söylemeye değer mi?” diye sormanın getirisi büyüktür. Aslında yaptığınız şey, şu nesiller boyunca varlığını korumuş olan kişisel çıkar sorusunu –“Benim bundan çıkarım nedir?”- bir adım öteye taşımaktır: “Karşımdakinin bundan çıkarı nedir?” Bu, bakış açınızın 180 derece dönmesi demektir. Bir anda, çok daha büyük bir resmi görür hale gelirsiniz.
Tekrar ve tekrar söylediğim gibi, bunlar basit şeylerdir -fakat kolay değildir. Eğer bunları uygulayabilirseniz, her şey daha iyi olacaktır. İşyerindeki kişiler arası problemlerin çoğu klasiktir (ya da klişedir). Siz beni kızdıran bir şey söylersiniz. Ben de size aynı şekilde karşılık veririm. Ve birden kendimizi, bir krizin (ya da bir diğer deyişle kavganın) ortasında buluruz. Tartıştığımız şey küresel ısınma ya da teknik bir problemi çözmesi için kimi tutacağımız olsun hiç fark etmez. İçerik, mesele değildir. Önemli olan, işyerinde anlaşmazlıklara neden olan bu tür davranışlarla ilgili klasik hatalara ne kadar kolay düştüğümüz -ve anlaşmazlıklara neden olmayan davranış biçimlerini ne derece kolay benimseyebildiğimizdir. İşte bu nedenledir ki basit yöntemler -konuşmadan önce düşünmek, karşımızdakini saygıyla dinlemek ve ağzımızı açmadan önce kendimize “Bunu söylemeye değer mi?” diye sormak gibi- işe yarar. Bunlar nüans gerektiren şeyler değildir. Sadece, uygulayabilmek yeterlidir.
Kaynak: Marshall Goldsmith & Mark Reiter, İş Dünyasında Zirveye Giden Yol, Kapital Medya, 2010, s. 155-157