Yazar: Handan Saraç
1970’li yılların popüler kitabı “Future Shock”ta Alvin Toffler, değişimin hızı ve yoğunluğuyla baş etmekte zorlanan insanlara neler olacağını anlatıyor, bu insanların geleceğe uyum gösterme -ya da gösterememe- yollarını değerlendiriyordu. (*)
“Gelecek şoku” nedir? Toffler’a göre kısaca, geleceğin “çok erken” gelmesinin yarattığı bir şoktur. Şöyle açıklıyor Toffler: “Bir gezgin ansızın kendisini ‘evet’in ‘hayır’ anlamına geldiği, ‘değişmez’ fiyatların pazarlığa açık olduğu, ‘gülme’nin kızgınlık ifade ettiği bir yerde bulursa, kültür şoku yaşar. Bu şok, kişinin toplumda davranışlarını yönlendirmesine yardım eden tanıdık psikolojik ipuçları ya da işaretler birdenbire değişip yerlerini yabancı ve anlaşılmaz işaretlere bırakınca yaşanır.” “Gelecek şoku” diye tanımladığımız olguda da tıpkı bir gezginin başına gelen şey, yani tanıdık işaretlerin ansızın değişmesi söz konusudur. Toffler gelecek şokunu, “insanın kendi toplumunda yaşadığı kültür şoku” olarak niteliyor. Bu durumda, kişi kendi ülkesinde, kendi toplumunda da olsa, kendini birdenbire çok değişik zaman, mekan, sevgi, din, seks kavramları karşısında buluvermektedir.
Toffler’a göre, değişim her zaman bir sorun değildir. Ama olumlu değişim bile “çok kısa zamanda çok fazla” olursa gerçek bir sorun haline gelir. Değişimin hızı bazen yönünden daha önemli olabilir ve insana bir “şok” yaşatabilir. Tabii bu durum sadece bir kişi değil, tüm bir toplum için geçerli olduğunda, çok büyük ölçekte bir gelecek şoku yaşanır.
Toffler’in bundan 30 yıl önce söylediklerinin bugün daha da çarpıcı bir biçimde geçerli olduğunu kim yadsıyabilir! Değişim giderek artan bir ivmeyle sürerken, insanlar bu değişimin getirdiği farklı kavramlara ve yeni yaşam biçimlerine uyum göstermekte her gün biraz daha zorlanıyorlar.
Değişim nasıl değişiyor?
Değişimin hızından söz ederken, onun göreceli bir kavram olduğunu göz ardı etmemek gerekir. Daha 20. yüzyılın ortalarında Hindistan’ın ulusal liderlerinden Jawaharlal Nehru (1889-1964), “Bugünün temel gerçeği insan hayatındaki değişimin muazzam hızıdır,” demişti. Nehru’nun sözünü ettiği değişimi aynı yüzyılın sonlarında yaşanan değişimlerle kıyaslayınca, insan gülümsemekten kendini alamıyor. Oysa değişimi çok daha geniş bir perspektif içinde ele alırsak her şey yerli yerine oturuyor. Aşağıda uzmanların dile getirdiği birkaç gerçek, bize zaman içinde “değişimde yaşanan değişimler” hakkında birkaç ipucu verebilir.
Amerikalı otomasyon uzmanı John Diebold daha 60’lı yıllarda, yaşadığımız teknoloji devriminin etkilerinin devrim öncesinde yaşanmış tüm toplumsal değişimlerden daha derin olduğunu dile getirmişti. Ünlü ekonomist Kenneth Boulding de, insanlık tarihi içinde kendi doğumunu bir referans noktası olarak aldığında, kendisi doğduktan sonra olup bitenlerin, doğduğu tarihe kadar olup biten her şeyin toplamı kadar olduğunu söylemişti.
Toffler da kitabında ilginç istatistikler veriyor. İnsanın yeryüzünde geçirdiği son 50.000 yılı yaklaşık 62 yıllık yaşam sürelerine bölersek 800 kadar yaşam süresi çıkıyor. Şimdi sıkı durun. Bu 800 yaşam süresinin 650’si mağaralarda geçti! Sadece son 70 yaşam süresi içinde, yazı sayesinde, bir yaşam süresi ile bir diğeri arasında iletişim mümkün oldu. Sadece son 6 yaşam süresi içinde insan kitleleri basılı bir söz gördüler. Sadece son 4 yaşam süresi içinde zamanı belli bir hassasiyetle ölçebildiler. Sadece son 2 yaşam süresi içinde elektrik motorunu kullandılar. Ve günlük hayatımızda kullandığımız eşyaların büyük çoğunluğu 800. yaşam süresi içinde geliştirildi.
Kuşkusuz bu trend, kitabın yazıldığı yıldan bu yana geçen zaman içinde daha da baş döndürücü bir hal almış bulunuyor. Yani giderek daralan zaman dilimleri içinde, giderek artan boyutlarda değişimler yaşanıyor. Ve insanoğlu ayak uydurmaya, soluk soluğa koşmaya çabalarken, ilkel bir kabilenin inanç sisteminde ifade bulduğu şekliyle, “ruhu geride kalıyor”.
Değişimin tetikçisi
Değişimin hızı pek çok etkene bağlanabilir. Ancak teknolojik gelişme, nedenler ağının kritik bir düğümünü oluşturmaktadır; hatta tüm ağı harekete geçirenin o düğüm olduğunu söyleyebiliriz. Bu bakımdan kitlesel “gelecek şoku”nu önleme savaşında güçlü bir stratejinin, teknolojik gelişmenin bilinçli bir biçimde düzenlenmesini içerdiğini söyleyebiliriz.
Teknolojik gelişmeler, günlük hayatta hızlanan tempomuz içinde geçici ilişkilere, sık sık değişen tercihlere, artan mobilitenin getirdiği kopukluk ve belirsizliklere; iş dünyasında, organizasyon yapılarında hızlı değişimlere, sorumlulukların kaymasına, unvanların daha çabuk değişmesine, görevlerin dönüşmesine ve altından kalkmakta çok zorlandığımız aşırı bilgi yüküne yol açıyor. Bilinçsizce uygulanan yenilikler kısa ve uzun vadede sosyal, kültürel ve psikolojik çevremiz üzerinde olumsuz etkiler yaratabiliyor.
Şoku hafifletmek için
Teknolojik gelişmeden vazgeçmek elbette söz konusu değil. Ama bu konuda sağlıklı kriterlere dayanan bilinçli seçimler yapmak çok önemli. Gerek bireysel gerekse toplumsal bazda, teknolojik gelişmeleri daha eleştirel bir bakış açısıyla ele almak zorundayız.
Başarı şansımız ne kadar? Bu soruyu yanıtlamak zor, ama en azından bu yolda adımlar atılması, hatta ondan da önce, “gelecek şoku”nun hem bugünümüzü hem de geleceğimizi tehdit eden bir gerçek olduğunun görülmesi gerekir. Aksi takdirde hayatımızı kolaylaştıracağını umduğumuz teknolojik gelişimin bedeli giderek ağırlaşacaktır.
(*) Alvin Toffler, Future Shock. (Londra: The Bodley Head Ltd., 1970)